COVID-19 salgını ile mücadele ederken hayatını kaybeden Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu’na: “Binlerce teşekkür: yardımına ihtiyaç duyarak sana geldiğimiz her zaman bıkmadan, usanmadan; muazzam bir hoşgörü ve sabırla bizleri dinlemiş olduğun için. Orada bir Cemil Amcamız olduğunu bilmenin gerçek değerini, şimdi seni kaybedince anlıyoruz. Ne üzücüdür ki günlük hayatın koşturmacasında sana esaslı bir teşekkür edecek fırsatımız dahi olmadı! Gittiğin yerde huzurla uyuman dileğiyle…”
Giriş
Bütün dünyayı etkilemekte olan ve sonuçları gittikçe ağırlaşan COVID-19 salgınının yarattığı etkiler “eşit hak talebi” kategorisine indirgenerek, bizleri insan hakları teorisinden medet ummaya zorlayabilir mi? Salgının, kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı ve mevsim değişikliklerini de içine alan boyutuyla “ekoloji krizi” ile ilişkisi bu sorunun yanıtının menfi olduğu yönünde bir izlenim uyandırmaktadır. Nitekim, salgın hastalıklar ile ekosistemin tahribatını ortaya koyan analizlerde de vurgulandığı üzere, salgın hastalıkların ortaya çıkışında ve yayılışında; “ormansızlaştırma”, “habitat değişimi”, “sulak alanların tahribatı”, “yoksulluk/yetersiz beslenme”, “su kaynaklarının tahribatı” ve “gittikçe kalabalıklaşan şehirler” gibi faktörlerin yanında, küreselleşmenin şu an ulaştığı noktada, malların ve insanların dur durak bilmeyen sirkülasyonu da salgın hastalıkların tahrip gücünü artırmaktadır[1]. Neo-liberal politikalar sonucunda erimekte olan sosyal devlet ve halkın oldukça az bölümünün kaliteli sağlık hakkına ulaşabildiği gerçeği, COVID – 19 salgınının insan hakları teorisine sığdırılamayacak bir boyutu olduğunu bir kez daha göstermektedir. Bir başka ifade ile ekoloji krizinin esas müsebbibi ortadan kaldırılmadığı müddetçe, çevre ve bununla bağlantılı olarak kamu sağlığı ile ilgili alınan hiçbir tedbirin kalıcı olmayacağı açıktır. Dolasıyla içinde bulunduğumuz sistemin sorunlarını çözmede bu sistemin kendi içinde yer alan bir üst yapı kurumu olarak “hukuk” da bir ölçüye kadar çözüm sunabilir. Öte yandan çok doğaldır ki, günlük hayatta üretilen norm, bir gereksinimin ürünüdür ve mevzubahis yaşama hakkı olduğunda hukuk ve insan hakları çerçevesinde sunulan çözümleri göz ardı etmek pek savunulabilir bir çözüm değildir. Çevre ve salgın krizinin esas müsebbibine yönelik bu ufak hatırlatmanın ardından, konuya pozitif hukuk açısından bakıldığında, salgın hastalıktan korunma hakkının “dışarıda” olan bizler için bile bir lüks haline geldiği bu günlerde, konu kapalı bir ortamda yaşamakta olan mahpuslar olduğunda, bu hakkın ivedilikle sağlanması gerekir. Nitekim bu yazının yazıldığı şu anlarda, özgürlüğünden yoksun bırakılmış bireylerin tahliyesine yönelik Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Meclis Genel Kurulunda tartışmaya açılmış bulunmaktadır[2]. Kamuoyunda ve büyük ölçüde sosyal medyada oluşan etkinin bir ürünü olan bu değişiklik paketi COVID-19 salgını nedeniyle cezaevinde belirli kategorideki hükümlülere tahliye imkânı sunma iddiası ile hazırlanmıştır. Teklifin eleştiriye açık bir içeriğe sahip olduğu gerçeği bir yana bırakılırsa, toplumda oluşan tepkinin bir sonucu olması nedeniyle de mahpusların sağlık hakkının, özgür bireylerin sağlık hakkına tali bir sırada yer aldığı gerçeğini bir kez daha göstermiştir. Oysa İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (İHAM; Mahkeme) getirdiği kriterler bu açıdan devletlere bazı sorumluluklar yüklemektedir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin Gözünden Cezaevinde Sağlık
Genel kriterler
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS; Sözleşme) ya da ek protokollerinde, sağlık hakkı ya da bununla bağlantılı bir hak kategorisi bulunmamaktadır. Öte yandan İHAM Sözleşmeye kazandırdığı dinamik yorum neticesinde, Sözleşmedeki belirli haklarla bağlantılı olarak sağlığın korunması ile ilgili bir dizi içtihat kataloğu yaratmıştır[3]; bu içtihat kataloğu mahpusların sağlık hakkını da kapsamaktadır. Bu çerçevede öne çıkan en önemli Sözleşme maddesi, “işkenceyi, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ya da cezayı yasaklayan 3. maddedir. Mahpusların sağlık hizmetlerine ulaşamamaları, belirli koşulların gerçekleşmesi halinde “insanlık dışı” ve “onur kırıcı” muamele teşkil edebilir. Mahkeme’ye göre bireyi özgürlüğünden yoksun bırakma, tabiatı gereği kişide eziyet ve küçük düşürücü hisler uyandırabilir ancak alıkoymanın pratik gereksinimleri göz önünde tutularak, bireylerin alıkonulmaya içkin olan eziyet derecesini aşacak yoğunlukta sıkıntı ve zorluk çekmeyecek şekilde ve usulde, insan onuruna uygun koşullarda tutulması, sağlıklarının ve esenliklerinin korunması; mahpuslara gereken tıbbi yardımın sağlanması gerekmektedir[4] . Bir başka ifade ile 3. madde çerçevesinde sağlık hakkının ihlal edilebilmesi için “alıkonulmanın gerektirdiği” önüne geçilemez yoksunlukları aşan bir muamelenin var olması gerekmektedir[5]. Mahpusun hastalığının ağırlığı yeterli sağlık yardımının sağlanması açısından tek belirleyici ölçüt değildir[6], mahkeme önüne gelen şikayetlerde çok yönlü bir inceleme yaparak; özgürlüğünden yoksun bırakılma durumunun kendine özgü bazı sınırlamalar getireceğini kabul etmekte, bu eşiği aşan bir ızdırap ya da sıkıntı olup olmadığını incelemektedir. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere Mahkeme mahpusların sağlığa ulaşım hakkının, özgür bireylerin sahip olduğu seviyeden daha düşük olabileceğini a priori olarak kabul etmektedir. Nitekim Mahkeme, cezaevlerinde sunulan sağlık hizmetinin, dışarıdaki sağlık hizmetleriyle “eşdeğer” olması ilkesine her zaman bağlı kalamayabileceğini kabul ederek, Sözleşme’nin 3. maddesinin mahpuslara sağlanan tıbbi yardımın, en iyi sivil kliniktekilerle aynı düzeyde olması gerektiğine dair bir sorumluluk getirmediğini açıkça belirtmektedir[7]. Sonuç olarak İHAM kararlarında mahpusların sağlık hakkının, ceza adaletinin gerekleri ile dengeli bir şekilde koruma altına alınmış olduğunu söylemek hatalı olmaz.
Bulaşıcı hastalıklarla ilgili temel kriterler
Bulaşıcı hastalıklarla ilgili söylenebilecek en önemli husus bir mahpusun bir salgın hastalığa yakalanmasının tek başına Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlalini gündeme getirmeyeceğidir. Mahkeme önüne gelen vakalarda kümülatif bir değerlendirme yapmaktadır.
Bu açıdan öne çıkan ilk kriter, mahpusların fiziksel ve ruhsal sağlıklarına uygun koşullarda tutulmalarıdır. Örneğin, mahpusun gün ışığından yeteri derecede yararlanamaması, alıkonulan yerdeki havalandırma ve ısıtma problemleri, yetersiz beslenme[8], sigara içen mahpuslarla bir arada tutulma[9], hijyen ihtiyacının giderilememesi, koğuşların haşerelerle dolu olması[10] gibi vakalarda 3. maddenin ihlali gündeme gelebilmektedir. Görüldüğü üzere 3. maddenin taraf devletlere yüklediği pozitif yükümlülük, öncelikle bu bireylerin hastalıklara karşı korunabilecekleri fiziksel koşullarda tutulmaları gerekliliği ile başlamaktadır.
İkinci en önemli kriter ise bulaşıcı hastalıklara yönelik tarama testleridir. Nitekim Mahkeme tüberküloz, Hepatit ve HIV başta gelmek üzere bulaşıcı hastalık salgınının özellikle cezaevi ortamında olmak üzere bir halk sağlığı meselesi olduğunun üzerinde durmaktadır[11]. Bu çerçevede Mahkemeye göre 3. madde, cezaevlerine girişlerde bulaşıcı hastalık taşıyanların ayırt edilebilmesi ve mahpusların etkin tedaviyi alabilmesi için devletlere erken tarama yapılması sorumluluğunu da getirmektedir[12]. Mahpusların razı gelmeleri halinde cezaevlerine ilk kabul edilişlerinde, belirli bulaşıcı hastalıklara ilişkin ücretsiz tarama testlerinden geçmeleri, arzu edilen bir durumdur[13].
Öte yandan belirli bir bulaşıcı hastalığa yakalanan mahpusun bu durumundan taraf Devletin bir ihmalinin olmadığının kanıtlanması zaruridir. Bu hastalık ister basit bir tedavi ile geçebilecek “uyuz” hastalığı[14] isterse daha ciddi sonuçlar doğurabilecek verem olsun[15], yakalanılan hastalığın cezaevi koşulları ve önleyici sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden kaynaklandığına dair illiyet bağının kurulması gereklidir.
Üçüncü önemli nokta ise bulaşıcı hastalığa yakalanmış mahpusun gereken tedaviye ulaşabilmesidir[16]. Hangi tedavinin gerekli olup olmadığı hususunda ise İHAM kendini sağlık heyeti yerine koymamakta, başvurucuların sağlık durumunu ilk elden tespit eden doktorların görüşlerini ya da başvuruya konu olan hastalıkla ilgili ulusal ya da uluslararası standartları dikkate almaktadır[17].
Bulaşıcı hastalıklara ilgili bu temel prensipleri Dobri – Romanya kararı ile somutlaştırmak faydalı olur. Karar cezaevine girdikten sonra verem olduğu teşhis edilen bir mahpusla ilgilidir. Kararda başvurucunun vereme cezaevine girmeden önce mi, yoksa alıkonulduğu süre içinde mi yakalandığı tam olarak ortaya konulamamıştır. Fakat Mahkeme başvurucunun cezaevine girmeden önce verem taramasından geçirilmediğine dikkat çekmiştir. Mahkeme’ye göre, Sözleşme’nin 3. maddesinin tıbbi yardımın verilmesi de dahil olmak üzere, bir mahpusun sağlığının ve esenliğinin korunmasına dair getirdiği pozitif yükümlülük, cezaevlerindeki hastalıkların erkenden teşhis edilmesi ve önüne geçilmesi amacıyla devletlere etkili yöntemler uygulama sorumluluğu da getirmektedir. Bu çerçevede Mahkeme, cezaevine girmeden önce doktor tarafından muayene edilen başvurucunun, spesifik olarak verem taramasından geçirilmemiş olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme konuşan teşhisin ardından başvurucuya uygulanan tedaviyi yeterli bulsa da bu durum Mahkemenin nezdinde 3. maddenin ihlal edilmiş olduğu gerçeğini değiştirmemiştir. Başvurucunun mikrobu dışarıda edinmiş olması ihtimalinde dahi cezaevindeki hijyenik olmayan koşulların ve aşırı kalabalığın, başvurucunun sağlık durumunu kötü yönde etkileyeceği göz ardı edilemez bir husustur[18].
COVID-19 ve cezaevleri
COVID-19 salgını karşısında İHAS kriterleri nasıl okunabilir? Bahsi geçen kararlar çerçevesinde Devletin mahpusların tahliye edilmesi dahil olmak üzere gereken tedbirleri almaması ihtimalinde, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlalinin gündeme geleceğine kuşku bulunmamaktadır. Hatta söz konusu salgının dışarıdaki tahribatı da göz önüne alındığında, Sözleşme’nin yaşama hakkının koruma altına alan 2. maddesi yönünden yürütülecek bir tartışma da kaçınılmazdır. Nitekim İHAM, cezaevinde yeterli sağlık hizmetlerine kavuşamayarak hayatını kaybeden mahpuslara ilişkin başvurularda, ölümün yetersiz sağlık hizmetinden kaynaklandığının ispat edilmesi halinde, ihlal kararı verebilmektedir[19].
Son olarak belki de en önemlisi, COVID-19 salgını vasıtasıyla Meclis’te kabul edilmek istenen yargı paketinin ne derece mahpusların sağlık haklarını korumaya özgülenmiş olduğu sorusudur[20]. Kanun teklifinin eleştirmeye değer diğer noktaları yanında[21], Sözleşme’nin 14. maddesiyle koruma altına alınmış ayrımcılık yasağına riayet edilip edilmediği kuşku götürmektedir. Bilindiği üzere Sözleşme’de korunan bir haktan yararlanılırken, benzer durumda olan hak öznelerinin meşru bir gerekçe gösterilmeden farklı muamaleye tabi tutulması, ayrımcılık yasağını ihlal edebilir[22]. Nitekim İHAM Türkiye’yi ilgilendiren çok önemli bir karar olan Gülay Çetin kararında, kararın verildiği tarihten önce vefat etmiş olan başvurucunun sırf tutuklu olması nedeniyle, sağlık hakkından yararlanırken hükümlü mahpuslardan farklı bir muameleye tutulmuş olmasını İHAS’ın 3. maddesi ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine karar vermiştir[23].
Sonuç olarak kabul edilmek istenen taslağın, başta cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların failleri olmak üzere toplum açısından tehlike teşkil eden mahpuslara yönelik olarak, farklı bir uygulama içermesi, bu uygulama sağlık hakkına ulaşım ve yaşama hakkının korunmasına yönelik bir tedbirle dengelendiği müddetçe meşru bir gerekçe teşkil edebilir. Öte yandan, tutukluların ya da düşünce suçlularının bu düzenlemelerden, yararlandırılmaması, ayrımcılık yasağını ihlal edecektir. Ama en önemlisi Devletin İHAM’da bu yönde bir başvuru yapılmasını gerektiren koşulların oluşmasından ve bu yönde bir ihlalin yaşanmasından önce gereken tedbirleri almasıdır. Yukarıda bahsedilen kriterlerin, vakit kaybetmeksizin eşit ve adil bir şekilde uygulanması ümidiyle…
[1] bkz. David Harvey, “Anti-Capitalist Politics in the Time of COVID-19”, JACOBIN, 20.03.2020, https://cutt.ly/ltD4xnw (04.04.2020); Doğanay Tolunay, “Salgın Hastalıklar, Ekosistem Tahribatları ve İklim Değişikliği ile İlişkili mi?”, İklim Haber, 01.05.2020, https://www.iklimhaber.org/salgin-hastaliklar-ekosistem-tahribatlari-ve-iklim-degisikligi-ile-iliskili-mi/ (04.04.2020).
[2] Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Denizli Milletvekili Cahit Özkan ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül ve 58 milletvekilinin Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Meclis Adalet Komisyonunun 03.04.3030 tarihli oturumunda kabul edilerek, 06.04.2020 tarihli Meclis Genel Kuruluna sevk edilmiştir. İlgili tutanak ve kanun teklifi için bkz. https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=2528 (04.04.2020).
[3] Dışarıdaki bireylerin sağlık hakkına yeterli ulaşımı ile ilgili olan en önemli içtihatlardan birineCenter of Legal Resources on Behalf of Valentin Campeanu – Romanya, Başvuru No. 47848/08, 02.10.2008; Hristozov ve diğerleri – Bulgaristan kararı örnek verilebilir.
[4] Kudla – Polonya, Başvuru No. 30210/96, 26.10.2000, para. 94.
[5] Daha fazla bilgi için bkz. Stephen Livingstone, “Prisoners’ Rights in the Context of the European Convention on Human Rights”, Punishment & Society, Volume 2, No. 3 (July), 2000, s. 314.
[6] Örneğin bkz. Ostrovar v. Moldova, Başvuru No. 35207/03, 13.09.2005, para. 85-90.
[7] Aleksanyan – Rusya, Başvuru No. 46468/06, 22.12.2008, para. 139.
[8] Bkz. Modarca – Moldova, Başvuru No. 37829/08, 13.11.2012, para. 23-27.
[9] Bkz. Florea – Romanya, Başvuru No. 37186/03, 14.09.2010, para. 65.
[10] Kalashnikov v. Rusya, Başvuru No. 47095/99, 15.07.2002, para. 96-103.
[11] Cătălin Eugen Micu – Romanya, Başvuru No. 55104/13, 05.01.2016, para. 56.
[12] Dobri – Romanya, Başvuru No. 25153/04, 14.12.2010, para. 46-56.
[13] Cătălin Eugen Micu – Romanya, para. 56.
[14] Ghavtadze – Gürcistan, Başvuru No. 23204/07, 03.03.2009, para. 88-89.
[15] Vasyukov – Rusya, Başvuru No. 2974/05, 05.04.2011, para. 66
[16] Alver v. Estonya, Başvuru No. 64812/01, 08.11.2005, para. 43-45.
[17] Bkz. A.B. – Rusya, Başvuru No. 1439/06, 14.10.2010 para: 132, Logvinenko – Ukrayna, Başvuru No. 13448/07, 14.10.2010, para. 74; Hummatov – Azerbaycan, Başvuru No. 9852/03, 13413/04, 29.11.2007, para. 113,116; Kondratyev – Ukrayna, Başvuru No. 5203/09, 15.12.2011, para. 85.
[18] Dobri v. Romanya, para. 46-56.
[19] Tarariyeva v. Russia, Başvuru No. 4353/03, 14.12.2006, para 87.
[20] Örneğin Prof. Dr. Kaboğlu’nun da dikkat çektiği üzere gündeme alınan teklif, özgürlüğünden yoksun bırakılmış bireylerin sağlık hakkının korunmasından çok, cezaevlerindeki doluluk oranlarını azaltmaya yönelik daha önceki yargı paketlerinin hızlandırılmış bir versiyonu görünümünü çizmektedir. Menekse Tokyay, “Kaboğlu: Yargı reformu adil yargılanma çerçevesinde olmalı”, euronews, 30.03.2020, https://tr.euronews.com/2020/03/30/kaboglu-yarg-reformu-adil-yarg-lanma-cercevesinde-olmal (04.04.2020). Dolayısıyla mahpus hakları ile ceza adaleti sistemi arasında kurulması gereken hassas denge yönünden eksik bir izlenim sunmaktadır.
[21] Bu konuda oldukça bilgilendirici online hukuk sohbeti için bkz. “Dr. Öğretim Üyesi Barış Erman’ın tespitleri” Ceza İnfaz İndirimi Tartışmaları – XXV. Avukatlar Kulübü, https://www.youtube.com/watch?v=sf01e93CGPA (04.04.2020), 10. dakikadan sonra.
[22] Burden – Birleşik Krallık, Başvuru No. 13378/05, 24.04.2008, para. 60.
[23] Kararın konusunu Anayasanın 104. maddesi uyarınca hasta hükümlülere tanınan Cumhurbaşkanı affının tutuklulara tanınmamış oluşu oluşturmaktadır. Gülay Çetin – Türkiye, Başvuru No. 44084/10, 05.03.2013, para. 116-125.