Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu, yasalaştıkları günden bu yana birçok defa değişikliğe uğradı. Biraz detaylandırmak ve örneklemek gerekirse, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu, kimi kanun, kimi KHK, kimi Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları olmak üzere, toplamda kırkı aşan değişikliğe uğradı.
Yürürlüğe gireli daha 16 yıl olmuş güncel ceza mevzuatında bu kadar değişiklik olması şüphesiz ilgi çekicidir. Bunlardan bir kısmı siyasi iktidarın o günlerde yaşadığı sorunlara, ceza hukuku kullanılarak verilen cevaplardan ibaret değişikliklerdi. Örneğin kamuoyunda İç Güvenlik Yasası olarak bilinen 6638 sayılı kanunun 13. maddesi böyle bir değişikliktir. Değişikliğe göre, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesine 4. fıkra eklendi ve kolluğa ceza muhakemesi sistematiğini altüst ederek toplumsal olaylar esnasında gözaltı yapmak konusunda bir karar mercii olma yetkisi verildi. Çeşitli yazarlar tarafından eleştirilen bu değişiklik, 2013 yılının yazından itibaren ülkede karşılaşılan toplumsal protestolardan bağımsız yorumlanamaz elbette. Yine 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından KHK’lar ile getirilen ve genellikle savunma hakkını kısıtlamayı hedefleyen değişiklikler de bu grup içinde değerlendirilebilir. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bir diğer grup değişikliğin ise, Türkiye’de insan hakları hususunda olumlu adımlar atıldığını göstermek amacıyla yapıldığı söylenebilir. Örneğin, 4. Yargı Paketi bu ikinci grupta getirilen değişikliklerin bir örneğini teşkil ediyor. Süreci hatırlatmak gerekirse, Mayıs 2019 tarihli Yargı Reformu Stratejisi ile maddi ceza hukukunu ve ceza muhakemesi hukukunu da kapsayacak kimi değişikliklere ilişkin bir yol haritası çizilmeye çalışılmıştı. Anılan strateji belgesi, amacını “hukuk devletinin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, etkin ve hızlı işleyen bir adalet sisteminin oluşturulması” olarak da açıklıyordu3. Yine bu belgenin, yürütme erki tarafından Avrupa Birliği ile olan ilişkileri güçlendirmek konusunda bir adım olarak görüldüğü de söylenebilir. Nitekim anılan metin de bu hususu, “Bu Reform Belgesi ile Türkiye, Avrupa Birliği üyelik sürecine verdiği önemin altını çizmektedir. Türkiye, Birliğe üyeliği stratejik bir hedef olarak görmekte ve katılım sürecine bağlılığını korumaktadır” şeklinde ifade etmektedir.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 32. sayısında okuyabilirsiniz.