Fakültede yaptığımız sınavlarda ekstra kâğıt alanlardan olmadım hiç. Millet kâğıt üstüne kâğıt isterken -ki bu husus, sınıfta “cık cık”, “vay arkadaş” vs. tepkilere yol açardı- ben efendi gibi sınav sorularını cevaplandırıp, bana verilen kâğıtla “Türkiye çöl olmasın”cı şekilde hareket etmekteydim. Sadece bir kere ekstra kâğıt istediğimi hatırlıyorum, onda da soruyu yanlış anlamış, iki sayfayı baştan aşağı hatalı cevaplamıştım. Bu durumda da sayfanın sol üstünden sağ altına bir köşegen çizerek, hatta cümle içinde muhtelif gaflarımı görünmemecesine karalayarak, hatalarımı saklamaya çalışmıştım.
Fazladan kâğıt isteyenler genelde hakikaten bu işi bilenler oldu. Çoğunluğu kız olan ve notlarını alabilmek için iyi geçinmeye çalıştığımız bu arkadaşlarımıza selamlarımı sunmuş olayım, dergimize abone olsunlar.
Bu arkadaşlarımızın yanında, bir de soruların cevaplarını hakikaten bilmeyen, ama bildikleri ne varsa anlatmak isteyen, konunun etrafında dolanan, ama asıl soruya cevap vermeyen/ veremeyen (ve tabii bunun farkında olan) veya göz boyamaya çalışan arkadaşlarımız da oldu. Yani, “meşru savunmanın savunmaya yönelik şartlarını bilmiyorum ama haksız tahrikte iyiyimdir, gelin size bunu anlatayım” türü cevaplar ekstra kâğıt alınmasına vesile oldu fakültede. O arkadaşların sınav sonuçları da beklendiği üzere çanın altında kaldı, hem hocalar hem TEMA Vakfı buna çok kızdı.
Bir savcının iddianamesi bana yukarıdaki paragrafta yer verdiğim tipi hatırlatmadı değil, ama tabii ki fazlası var.
Sedef Kabaş’ın Cumhurbaşkanına bir Çerkez atasözüne yer vererek hakaret ettiği, yine İçişleri Bakanına “soyadına ihanet edercesine” sözü ile, Ulaştırma Bakanına da “yalan haberlerden medet umarcasına bir zavallılık sergilemek” sözü ile hakaret ettiği iddiası ile iddianame tanzim edildiğini görüyoruz. Yani sırf şu üç husus esasında 1-2 sayfaya yeter gibi gözüküyor. En azından ben bırakalım ekstra sayfa istemeyi, kâğıdın arkasını çevirmesini bile istemezdim hocanın (örneğimizde hâkimin, tarafların).
Cumhurbaşkanına ve diğer kamu görevlilerine hakaretlerle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay kararlarına, ifade özgürlüğüne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne vs. girmiyor, suç var mı, yok mu değinmiyorum bu arada. Barolar, hukuk fakülteleri, Adalet Bakanlığı vs. birim bir farazi dava yarışması düzenliyor, orada bana iddianame yazma görevi veriliyor, öyle düşünelim.
Sayın Savcımızın iddianamesi 10 (on) sayfa. İçeriğinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesine yer verilmiş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Müller, Laurens, McVicar, Purcell, Janowski, Dorner kararları anlatılmış, Yargıtay kararları, doktrin atıfları, her şey fiyakalı. Gurur duymamak mümkün değil.
İddianamede yer verilen kararlar da özetle şu şekilde: “Gazeteciler suç işlememelidir, suç işlerlerse cezalandırılmaları çok da yanlış olmaz, eleştirileri varsa hakaret etmemeleri beklenir, eleştiri sınırları aşılırsa, şeref ve saygınlığa saldırılırsa suç olur” vs. vs. vs.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin toplasanız bir dünya karması çıkaracak isimleri haiz kararlarında bir vatandaşımız eksik: Vedat Şorli. O karar yok on sayfalık anlı şanlı iddianamede. Ve dahası, yukarıda bahsettiğimiz dünya karması kararlarında ve Yargıtay kararlarında Sedef Kabaş’ın sözleri ile benzerlik de yok, benzerlik olup olmadığı da tartışılmamış. “Kararlar bunlardır, aha bu da Sedef Kabaş, cezalandırın farazi farazi”. Olsun; iddianame bu sonuçta, mahkeme değerlendirir.
Sayın Savcımızın ismini arattığımda, malum dosyayla ilgili haberler dışında İstanbul Barosu’nun ceza hukuku kurgusal/farazi dava çalışmasında isminin geçtiğini görüyorum. Bir başkası olamaz, çünkü ismi son derece orijinal. Sayın Savcımız o farazi dava çalışmasında muvaffak olmuş mu bilemiyoruz; ama burada muvaffak olmuş, iddianame kabul edilmiş ve tutuklanmasını istediği ve serbest bırakmadığı Sedef Kabaş hâlâ tutuklu.
Sahi 10 sayfalık iddianamede, 1 satır da olsa şunu göremedim: Sedef Kabaş neden tutuklu?
Neyse; sıra hâkimde, kendisine muvaffakiyetler.