“Düşünceleriniz, görüşleriniz, burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin ürünleridir. Tıpkı hukukunuzun kendi sınıfınızın yasa katına çıkarılmış bir iradesi oluşu gibi. Bu öyle bir iradedir ki içeriği de yine kendi sınıfınızın maddi, ekonomik yaşam koşullarınca saptanır.”
MARX/ENGELS: Komünist Partisi Manifestosu (MEAS I, 41)
“Çözülsün artık gözleri bağlı terazi tutan
adalet tanrıçasının gözlerinin önünden kör ebe bağı!
Bitsin bu insanlığa ve hukuka yabancılaşma!”
Rona SEROZAN, Yasacılık ve Hukukçuluk Üstüne
(MHAD, Cilt 4, Sayı 6, 1970, 107-115)
Hukuk toplumsal hayattan bağımsız düşünülemez. Toplumsal hayat da insanların yaşamak için sürdürdükleri üretim faaliyetleri ve iradeleri dışında oluşmuş belirli birtakım sürdürmek zorunda oldukları ilişkilerin ürünüdür. Üretim ilişkileri toplumun ekonomik yapısını, yani gerçek temelini oluşturur. Hukuk bu temel üzerine kurulmuş bir üstyapıdır. Bir toplumun hukuksal düzeni, içinde barındırdığı sınıf karşıtlıklarının egemen sınıf lehine yumuşatılması ve düzen çitleri arasında tutulması amacıyla kurulur.1 Hukuk kuralları egemen sınıfın egemenliğini sürdürme gayesini taşır. Toplumun evrimine karşı eskiyi göz önüne alarak güncel çıkar çatışması yerine, soyut kuralı koyarak uygulama bulur ve değişen toplumun ihtiyaçlarını karşılayamayan eskinin soyut kurallarının tarihin evrimine uyan yenileriyle değiştirilmesi oldukça güç prosedürler gerektirir. Bu gayeyi yerine getirmesi hedeflenen hukukçunun eğitimi de soyut, apolitik ve yüzeyseldir. Bu beraberinde tutarlılık uğruna tutuculuğu getirmiş, somut ekonomik öz yadsınarak onun yerine soyut hukuki biçim yamanmıştır. Eşitlikten, özgürlükten bahsedildiği ancak bunun yasa ve yargıç karşısında varsayımsal eşitlikten öteye gidemediği bir düzendir bu. Özgürlük ise kapitalizmin ‘bırakınız yapalım, serbestçe yarışalım’ şeklindeki oyun kuralıdır. Oysa özgürlük kişinin seçenekler arasından seçme serbestliğidir. Günümüz dünyası herkesin özgür olduğu ve herkese eşit hakların sağlandığı yalanıyla insanlar düzen içinde tutulmaktadır. Asıl olan ise, insanların maddi imkanları ölçüsünde varsayılan özgürlüğü yaşayabildiğidir. Toplumda gün geçtikçe artan ekonomik eşitsizlik sınıflar arasındaki çelişkiyi daha da derinleştirmektedir.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 22. sayısında okuyabilirsiniz.