Aile içi şiddet giderek tırmanırken kamusal alana taştı. Sokak ortasında, taşıtlarda, hastanede… Kafede, çocuğunun gözleri önünde boşandığı eşi tarafından kadınların katledilmelerine tanık olduk. Toplumun duyarsızlığı da cabası… Hâlâ olaya özel sorun gözüyle bakılıyor, yurttaş sorumluluğu yerine getirilmiyor. Duyarlı yurttaşlar, en azından olayı delil olması için cep telefonuyla kayda geçiriyorlar. Bununla yetinmeyenler; güvenlik güçlerini, sağlık kurumlarını arıyorlar.
Kamu görevlileriyse bazen iş işten geçtikten sonra olaya müdahale edebiliyorlar.
Gene de geçmişe oranla, bu sorunla ilgili bazı iyileştirmeler yok değil. En azından aile içindeki şiddet büyük ölçüde gün ışığına çıktığı için artık şiddet gören kadın dava açabiliyor, kadın sığınma evlerine gidebiliyor, uzaklaştırma gibi korunma hakkını kullanabiliyor.
Ancak hukuksal adalet gerçekleşmiyor. Kadın devletten koruma talep ediyor; ama olaylar, korumanın yetersiz kaldığını gösteriyor. Kadına yönelik şiddet, mahkemeye taşındığında bile cinsiyetçi yerleşik kültürel yapının değer yargılarıyla hafifletilmeye çalışılıyor.
Denilebilir ki, kadın örgütleri dünyanın her yerinde cinsiyet ayrımcılığına, şiddete karşı, kadınların haklarını savunmak için politik eylemler düzenliyorlar, yönetimleri bu konuda olumlu adımlar atmaya zorluyorlar.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 22. sayısında okuyabilirsiniz.