16 Nisan 2017 Sonrası Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu Üzerine Düşünceler

Cumhurbaşkanına hakaret suçu, kişiye özel bir tahkir suçu olarak Türk Ceza Kanunu’nun Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler kısmının, Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlarbölümünde, 299. maddede şu şekilde kaleme alınmıştır: “(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır. (3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.”

Hakaret kavramından ne anlaşılması gerektiği maddede belirtilmemiş olduğundan, diğer kimselere karşı hakaret suçunun düzenlendiği TCK’nin 125. maddesinden yararlanılır. Buna göre bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi veya sövmek suretiyle onur, şeref ve saygınlığına saldırılması hakarettir. Cumhurbaşkanına hakaret ve sövmenin oluşması için, onun sosyal değeri konusunda kendisinin ve toplumun sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe edilmelidir. Esas alınacak kriter toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayış olmakla birlikte, basit bir saygısızlık hakaret olarak değerlendirilemez[1]. Bununla birlikte, AİHM’nin özellikle içtihatlarında belirttiği üzere, şok edici ağır eleştiriler ile hakareti ayırt etmek gerekir.

299. maddenin yeni anayasa kapsamında nasıl uygulanacağının ortaya konulması için, cumhurbaşkanına hakaretin neden ayrıca düzenlendiğinin, geçmiş uygulamaların ve suçla korunan hukuki değerin (bu doğrultuda cumhurbaşkanının anayasal konumunun) tespiti önem arz etmektedir.

AİHM’nin Konuya Bakışı

Hakaret eylemi özünde bir düşünce açıklamasıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde ‘İfade Özgürlüğü’ iki fıkra halinde düzenlenmiştir. İlk fıkrada bu özgürlüğün kural olduğu ve nasıl kullanılacağı ana hatlarıyla belirtilmiş olup; ikinci fıkrasında istisna olan sınırlamanın hangi koşullar altında gerçekleşebileceği düzenlenmiştir.

AİHM, hakaretle ilgili incelediği birçok başvuruda ifade özgürlüğünün demokratik toplumların temelini oluşturduğunu, toplumların ilerlemesi ve kendini geliştirmesinin temel şartlarından olduğunu, ifade özgürlüğü içeren açıklamaların yalnızca kişinin lehindeki zararsız ve yıpratıcı olmayan açıklamaları değil; ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanması gerektiğini belirtmiştir. YCGK da bu hususu şu şekilde ifade etmiştir: “Eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz. Eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır.”[2]

AİHM demokratik toplumdan bahsedilebilmesi için çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereği olarak, ifade özgürlüğünün geniş; sınırlamaların (m.10/2’ye uygun olarak) dar yorumlanması gerektiğine işaret etmektedir[3]. Mahkeme ayrıca halka mal olmuş siyaset adamlarına yönelik eleştirilerde ifade özgürlüğünün sınırlarının daha geniş tutulması gerektiğini vurgulamaktadır[4]. Örneğin Pakdemirli – Türkiye başvurusunda bu durumu: “Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir.” şeklinde açıklamıştır.

Mahkeme, şiddete tahrik veya çok ağır nefret söylemi içermediği sürece düşünce açıklamalarının hapis ile cezalandırılmaması gerektiğini, tazminat gibi özel hukuk araçlarıyla da aynı amaca ulaşılabileceğini belirtmekte[5]; konunun ceza yargılamasının kapsamına sokulmasının hicvi yok edeceğini ifade etmektedir[6]. Devlet başkanlarının hakaret konusunda diğer insanlardan daha üstün bir konuma sahip olmasını ise kabul etmemekte, onlara yönelen tahkir edici sözlerin ceza hukuku normlarıyla korunmaması gerektiğini, ceza hukukunun ultima ratio olduğunu vurgulamaktadır. Bu doğrultuda devlet başkanına hakaretin ceza normlarıyla yaptırım altına alınmasını demokratik toplumlarda orantısız bulmaktadır. Bu yöndeki başvuruları incelerken; başvurucuların söz konusu açıklamasının bütününü, kişinin mesleği ve açıklamayı hangi amaçla yaptığını da göz önüne alarak, açıklamanın tümünün hakaret amacıyla yapılıp yapılmadığını tespit etmektedir. Örneğin ağır eleştiri içeren metnin bir bölümünde tahkir edici sözler yer alsa da, yazının bütününün eleştiri amacıyla yazıldığı tespit edilebiliyorsa –özellikle de bu kişi gazeteciyse- açıklamayı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmektedir[7].

AİHM’nin bu istikrarlı içtihatları karşısında, Yaman Akdeniz ile Kerem Altıparmak’ın ifadesiyle: “Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nin 299. maddesi aslında zımnen ilga olmuştur.”[8] Söz konusu yazıda Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında devlet başkanına hakaret nedeniyle bir cezai soruşturma yapılmadığı belirtilerek, Türkiye’de cumhurbaşkanını ceza hukuku normlarıyla özel olarak koruyan bu hükmün AİHM içtihatlarına açık bir şekilde aykırı olduğu ve Anayasa m.90/5 uyarınca zımnen ilga olduğu;  uygulanmaması gerektiği ifade edilmektedir.

Mahkeme’nin tarafsız bir devlet başkanına hakaretle ilgili ele aldığı başvurulardan, Otegi Mondragon/İspanya kararı, Türkiye’deki duruma örnek gösterilebilir. Nitekim İspanya kralı, 16 Nisan öncesi Türkiye’de teorideki duruma benzer şekilde devleti temsil eden tarafsız bir statüdedir. AİHM bu başvuruda da, tarafsız konumda olsa ve devleti temsil etse dahi devlet başkanını ülkedeki diğer insanlardan daha fazla koruyan bir ceza hükmünün varlığını AİHS m.10’a aykırı görmüştür. Buradan hareketle tarafsız olmayan, özellikle ülke yönetimi ve siyasetin içinde aktif olarak yer alan bir devlet başkanına yönelen “şok edici, provokatif, ağır eleştiriler” konusunda çok daha geniş bir ifade özgürlüğü alanı tanıyacağı ise kuşkusuzdur.

Tüm bu açıklamalara karşın, 299. madde günümüzde TCK’nin en sık kullanılan maddelerinden biri olma özelliğini korumaktadır. Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 7 yıllık görev süresinde 1359 kovuşturma izni talep edilmiş, bunların 545’i için Adalet Bakanı tarafından, m.299/3 doğrultusunda izin verilmiş olmakla birlikte, tek bir tutuklama dahi gerçekleştirilmemiştir[9]. 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde ise, sırf 2015 yılı içerisinde 1953, 2016 yılı içerisindeyse 4187 dava açılmıştır. Bunlar içinde sayısı hiç de yabana atılır miktarda olmayan bir bölümü ise tutuklu yargılamadır. Buna karşılık örneğin, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e hakaret edildiği iddiasıyla 2006 yılında yalnızca 24 dava açılmıştır[10].

Anayasa’ya Aykırılık İtirazı ve Reddi

Karşıyaka 7. ve İstanbul 43. Asliye Ceza Mahkemeleri 299. maddenin Anayasa’ya aykırılık sebebiyle iptali için, yukarıda belirtilen hususlar ışığında, isnadın ispatı sorununun da altını çizerek, Anayasa’nın 2, 10 ve 39. maddelerine dayanarak 2016 yılında Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. 101 ve 102. maddede yapılan değişiklikler sonucunda cumhurbaşkanının siyasi bir kişilik haline gelmesinin kaçınılmaz olduğunun da belirtildiği başvuru, Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir (E:2016/25, K:2016/186). Red gerekçesinde özetle; cumhurbaşkanının konumu dikkate alındığında, diğer kamu görevlileriyle arasında hakaret konusunda bir fark olmasının eşitlik ilkesine aykırı görülemeyeceği, başkasının şöhret veya haklarının korunması ile kamu düzeninin korunmasını sağlamak bakımından hükmün gerekli olduğu, suçla aynı zamanda devletin saygınlığının da korunduğu, 299. maddenin ifade özgürlüğünü sınırlamadığı ve maddenin TCK’de düzenlendiği yerin kanun koyucunun takdirinde olduğu; cezanın orantısız olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca, red gerekçesinde talepte belirtilen AİHS’nin ve yukarıda açıklanan AİHM içtihatlarının tartışılmadığı görülmektedir. Bu red kararıyla birlikte, 299. maddenin bir süre daha yürürlükte olacağı anlaşılmıştır.

Tutuklu Yargılamalar ve Tazminat

Uygulamada cumhurbaşkanına hakaret suçunun işlendiğini öğrenen savcılık soruşturma işlemlerini yaptıktan sonra, kovuşturma yapılması için adalet bakanından izin talep etmektedir. Bu mevcut durum, her tür düşünce açıklamasının yargıya yansıyarak ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının önüne geçilmesini sağlıyor gibi görünse de, aslında bir siyasetçi olan adalet bakanının hangi türden açıklamaların yargılanıp, hangilerinin yargılanmayacağını (kısacası kimin yargılanacağını) belirlemesi sonucunu doğurduğundan, yürütmenin ‘bağımsız ve tarafsız’ yargıya bir müdahalesi gibi görünmektedir.  Üstelik bu suç nedeniyle uygulamada tutuklu yargılamaların da yapıldığı dikkate alındığında, siyasi eleştirilerde muhalif kesimin susturulmasına yol açtığı, maddenin bir baskı aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Tarafsız konumdaki cumhurbaşkanının kendi şikayetine dahi tabi olmayan bu suçun, yeni anayasada (Kasım 2019’da tüm maddeler yürürlüğe girdikten sonra) taraflı olacak bir cumhurbaşkanının doğrudan kendi belirleyeceği bir bakanın izniyle kovuşturulacak olması nasıl açıklanabilir? Belki de önümüzdeki süreçte, yasa koyucu bu maddenin kovuşturulmasını doğrudan cumhurbaşkanının iznine veya şikayetine tabi kılarak en azından uygulamadaki durumu, hukuki duruma yansıtmayı tercih edecektir. Şüphesiz böyle bir düzenleme cumhurbaşkanının yeni konumu da dikkate alındığında, adeta bir ‘talimat’ özelliği gösterecektir.

Cumhurbaşkanına hakaret suçunun yaptırımı 1 ila 4 yıl arası hapis cezasıdır. Tutuklama koşulları ve katalog suçlar CMK’nin 100. maddesinde belirtilmiş olmakla birlikte, cumhurbaşkanına hakaret katalogda yer alan suçlardan değildir (katalog suçlarda dahi tutuklamanın zorunlu olmadığını hatırlatalım). Diğer suçlarda ise tutuklama kararının verilebilmesi için kural olarak hapis cezasının üst sınırının iki yıldan fazla olması gerekir. 299. madde bu koşulu sağlıyor olmakla birlikte, (100/2’deki nedenler dışında) uygulamada cezası yüksek olmayan suçlarda – özellikle hükmolunacak ceza tutukluluk süresini geçecekse – daha nadiren tutuklama kararı verildiği bilinmektedir. Buna karşılık, cumhurbaşkanına hakaret suçunda özellikle kişilerin sosyal medya paylaşımları vb. gerekçe gösterilerek haklarında kovuşturma başlatılmakta, üstelik tutuklanabilmektedirler. Cumhurbaşkanına hakaretin tutuklanma gerekçesi olarak kimi zaman da katalogda yer alan diğer suçlarla ilişkilendirildiği de bilinmektedir. Durum öyle bir hal almıştır ki; cezaevlerinde 299 tutuklularına ayrı çok sayıda koğuş oluşturulduğu, medyaya yansıyan haberlerden öğrenilmektedir. Hatta bu yazının yazıldığı sırada dahi, yine kişilerin sosyal medya paylaşımlarında cumhurbaşkanına hakaret edildiği iddiasıyla evlerine baskın yapılarak yakalandığı haberleri gözümüze çarpmıştır[11].

Gazetecilere, sanatçılara, akademisyenlere, siyasetçilere, öğrencilere vb. açılan bu davaların yanında; avukatlarının cumhurbaşkanının zarara uğradığını ileri sürerek milyonlarca lira tazminat talep etmekte olduğu belirtilmektedir. Bu doğrultuda hem emniyet teşkilatının, hem de adli yargının içinde birçok kişi ve kurum mesaisini cumhurbaşkanına hakaret suçuna ayırmaktadır[12].

Birkaç yıl öncesine kadar TCK m. 301 bir tehdit unsuru olarak kullanılmaktayken, bugün muhalefeti baskılamaya yönelik olarak, eleştiri söylemleri 299 aracılığıyla yargılanmaktadır. 299. maddeye dayanarak yapılan yargılamaların, söz konusu beyanların eleştiri sınırları içerisinde olup olmadığının yargı kararıyla tespitinden dahi önce insanların tutuklanması ve üstüne tazminat talep edilmesi, bu maddenin her türden muhalefeti sindirmeye yönelik bir araç olarak kullanıldığını açıkça göstermektedir. Gazeteci, yazar, akademisyen vb. her türden kesim, gündem oluşturan konulara ilişkin açıklama yaparken “Acaba şu an cumhurbaşkanına hakaret ediyor muyum?” korkusu içindedir. Bu korku ve kaygının toplumun genelinde yaygın olması, kişiler arası iletişimi dahi etkileyen, ifade özgürlüğünü aşırı ölçüde sınırlayan bir oto-sansür durumuna yol açmıştır. Yine medyaya yansıyan haberlerden kavga eden eşlerin birbirlerini, müşterilerin taksicileri cumhurbaşkanına hakaret ettiği iddiasıyla ihbar ettiği dahi öğrenilmektedir.

Tüm bu ifade edilenler ışığında, bu hükmün “Şeref ve haysiyetin korunması adı altında özellikle egemen iktidar düzenine yönelik muhalif eylem, tutum ve ifadelerin sindirilmesinde bir baskı aracı işlevini gördüğünü, artık meşru bir amaca hizmet etmediğini” söylemek pekâlâ mümkündür[13].

Cumhurbaşkanının Konumu ve Suçla Korunan Hukuki Değer

Yukarıda belirtildiği üzere, suçla korunan hukuki değerin tespiti, cumhurbaşkanının değişen hukuki ve siyasi konumu doğrultusunda, maddenin nasıl uygulanacağının tartışılması açısından elzemdir. 299. maddenin gerekçesinde hükmün düzenlenme amacı şu şekilde belirtilmiştir: “Cumhurbaşkanının Devleti temsil etmesi ve Anaya­sada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak onun kişiliğine yönelti­len hareketin bir bakıma Devlet kuvvetleri aleyhine cürümlerden sayılması gerektiği düşüncesinden hareketle bu madde kaleme alınmış ve Cumhurbaş­kanına karşı hakaret müstakil bir suç hâline getirilmiştir.”

Gerekçeye, doktrinde kabul edilen genel görüşe ve Yargıtay içtihatlarına göre, suçla cumhurbaşkanlığı makamı değil; cumhurbaşkanının kendisi korunmaktadır. Ayrıca hakaretin, cumhurbaşkanının görevi dolayısıyla işlenmiş olması şart değildir. Yani görevi ve fonksiyonlarıyla ilgisi olmaksızın doğrudan şahsına yöneltilen bir hakaret de cumhurbaşkanına hakaret olarak değerlendirilmektedir. Ancak, (16 Nisan öncesi için konuşmak gerekirse) hükmün düzenlendiği yer, cumhurbaşkanının tarafsız ve sembolik konumu da dikkate alındığında, kanun koyucunun 125. maddedeki hakaret suçundan ayrı olarak bu suçu düzenleme amacının, devletin birliğini temsil eden makamdaki kişinin şeref ve haysiyetini korumak olduğu söylenebilir. Bu şekilde, cumhurbaşkanına diğer vatandaşlara göre daha ağır cezayla ayrıca bir koruma sağlanmaması gerektiği yukarıda belirtilmişti. Olması gereken, AİHM’nin de ısrarla tavsiye ettiği şekilde bu hükmün tamamen kaldırılmasıdır. Ancak, elbette ‘tahkir edici ifade değerlendirmesi’ yapılırken, özellikle aktif siyasetin içinde yer alan bir devlet başkanını eleştirmenin sınırlarının çok daha geniş olacağı unutulmamalı, hükmün kaldırılması durumunda bu eleştiriler 125. madde kapsamında da değerlendirilmemelidir.

Bugün, Erdoğan’a hakaret teşkil ettiği iddia edilen açıklamaların büyük bölümü, onun cumhurbaşkanı sıfatından değil; siyaseten yaptığı konuşma ve açıklamalara eleştiri mahiyetindedir. Ancak kanundaki düzenleme cumhurbaşkanına hakaretin temsil ettiği makama yönelik olmasıyla, kişiliğine yönelik olması arasında bir ayrım yapmadığından; bu durum adeta, doğrudan siyasetin içinde yer alan bir cumhurbaşkanını (Türkiye’deki geçmiş yargı pratikleriyle birlikte incelendiğinde) her türlü eleştiriden koruyan bir zırh niteliği görmektedir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2004 yılında kabul ettiği Medyada Politik Tartışma Özgürlüğü Deklarasyonu’nda da bu sakıncalı husus ifade edilmiştir[14]. Buna göre: Devlet, hükümet ve genel olarak yürütme, yasama veya yargının herhangi bir organının medya kuruluşlarında eleştiri konusu yapılabileceği, zaten güçlü konumlara sahip oldukları ve bu nedenle itibar zedeleyici veya hakaret niteliği taşıyan beyanlara karşı kurum olarak ceza hukuku tarafından koruma altına alınmamaları gerektiği belirtilmiştir. (…)Böyle bir korumadan yararlanabildikleri hallerde ise bu korumanın çok sınırlı bir şekilde ve her halükarda eleştiri özgürlüğünü kısıtlamak amacıyla kullanılmasına mahal vermeden uygulanması gerektiği ortaya konulmuştur. Bu ifade özellikle tarafsız (belli bir tarafı, siyasi görüşü temsil etmeyen) konumdaki kişi/kurumları işaret etmekle birlikte, Deklarasyon’da siyasi şahsiyetlerle ilgili çok daha geniş bir eleştiri alanı tanınması gerekliliği de şu şekilde ifade edilmiştir: “Siyasi şahsiyetler kamuoyundan güven talep etmişler, kamuoyu bünyesinde açık tartışma konusu olmayı, kamuoyunun titiz bir denetimine tabi tutulmayı, (…) kendilerine gereğinde şiddetli eleştiriler yöneltilebileceğini peşinen kabul etmişlerdir.”

Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Bir siyasi şahsiyet olarak anılmayıp, daha ziyade tarafsız konumda bulunan devlet kurumları/organlar zaten görevleri gereği güçlü konumda olduklarından, eleştiriye açık olmalı, ceza hukuku normlarıyla ayrıca korunmamalıdırlar. Keza AİHM içtihatları da bir başka açıdan yaklaşarak aynı hususa işaret etmektedir. Buna karşılık siyasi şahsiyetler, taraf konumunda olduklarından ağır eleştirileri peşinen kabul etmiş sayılırlar. Bunlar için eleştirinin sınırları çok daha geniştir.

Yeni Anayasa Kapsamında Genel Değerlendirme

16 Nisan’da oylanan Anayasa değişikliğiyle, cumhurbaşkanının pek çok yetkisi artarken, siyasi konumu olan tarafsızlığı da, Anayasa’daki “partisiyle ilişiği kesilir” hükmünün ilgasıyla ortadan kalkmış oldu. Bu halde ‘partili cumhurbaşkanı’ devleti temsil eden üst düzey makamdaki kişi olmanın yanı sıra bir siyasi partinin üyesi veya genel başkanı olabilecektir. Türkiye siyasi geçmişine bakıldığında, aynı gün yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerinde, cumhurbaşkanı seçilen kişinin aynı zamanda parlamentoda çoğunluğu sağlayacak siyasi partinin de genel başkanı olacağı öngörülebilir. Bunun doğal bir sonucu olarak bütün yetkileri elinde bulunduran bir cumhurbaşkanı ortaya çıkacaktır.

Bugüne kadar bırakın hakaret etmeyi, tarafsız konumuna rağmen taraflı siyasetin içinde yer alan bir cumhurbaşkanını eleştirmek dahi 299’dan yargılanmaya yol açabilmekteyken, artık partili cumhurbaşkanının siyaseten yaptığı işleri eleştirmek son derece sakıncalı sonuçlara yol açabilecektir. Üstelik, cumhurbaşkanının misliyle artan yetkileri doğrultusunda adeta bir kuvvetler birliği sistemi yaratıldığı düşünüldüğünde, devletin yaptığı herhangi bir iş/işlemi eleştirmek cumhurbaşkanına hakaret kalıbına sokulabilecektir. Geçmiş tecrübelere bakarak uygulamada savcı ve yargıçların bu kalıba sokmakta pek de zorlanmayacakları söylenebilir. Örneğin HSK üyelerinin atanmasına, hazırlanan milletvekilleri listelerine, üst kademe kamu yöneticilerinin atanması/görevden alınmasına, bütçeyle ilgili yetki kullanımına, hatta parlamentodaki kendi partisinden milletvekillerine karşı tutumuna yönelik eleştiriler dahi 299’un ihlali olarak değerlendirilebilecektir. Bunun yukarıda açıklananlar ışığında doğal bir sonucu olarak, muhalefetin ‘meşru’ vasıtalarla öncekinden çok daha kuvvetli biçimde baskı altına alınmasına yol açacağı aşikardır.

Esasen, muhalefetin baskı ve özellikle kontrol altına alınması amaç; cumhurbaşkanına hakaret suçu bugün için araçtır. İlerleyen zamanda değişen koşullara uygun, muhalefeti sindirmeye yönelik yeni araçlar da bulunabilir. Fakat 16 Nisan sonrasında, siyasi iktidar için 299. maddenin oldukça verimli bir araç olacağını öngörmek ne yazık ki mümkündür.  Ayrıca, AİHM içtihatlarında belirtildiği şekilde cumhurbaşkanının şeref ve haysiyetinin ceza hukuku normlarıyla değil; özel hukuk normlarıyla korunması, her ne kadar daha iyi bir durum yaratacak olsa da tek başına yeterli olmayacaktır. Nitekim bugün de toplamı milyonlarca liraya varan tazminat davaları olduğu belirtilmektedir. Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle devamlı olarak tazminat davalarıyla yüzleşme korkusunun da eleştiri ve ifade özgürlüğünü aşırı ölçüde kısıtlayacağı açıktır. Olması gereken; aktif siyasetin içinde yer alacak ve siyasi iktidarın kullanımında her alanda söz sahibi olacak bir cumhurbaşkanının “şok edici ve ağır eleştirilere” çok daha açık olmasıdır. Ancak ne yazık ki, şu anki tabloda bunun mümkün olacağını düşünmek dahi güçtür.

 

[1] Sahir Erman, Hakaret ve Sövme Suçları, İstanbul, 1989, s.80 vd.

[2] YCGK 03.07.2001, 9-132/155

[3] Kayasu – Türkiye (64119/00 76292/01), 13.11.2008

[4] Eon – Fransa (26118/10), 14.03.2013

[5] Artun ve Güvener – Türkiye (75510/01), 26.06.2017

[6] Eon – Fransa, aynı karar

[7] Tuşalp – Türkiye (32131/08 41617/08), 21.02.2012

[8] Yazının tamamı için bkz.: Yaman Akdeniz, Kerem Altıparmak, “TCK 299 Olmayan Hükmün Gazabı mı?” Güncel Hukuk, Ekim 2015, s.42-44

[9] Bilal Kolbüken, “Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu Üzerine Bir Deneme”, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2015-3/01.pdf (çevrim içi), E.T.: 29.06.2017, 16:15

[10]  http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/ac-cik.html (çevrim içi), E.T. : 02.07.2017, 23:30

[11] http://sendika49.org/2017/06/izmirde-sosyal-medya-baskinlari-gozaltilar-var (çevrim içi), E.T.: 30.06.2017, 15:00

[12] Akdeniz, Altıparmak, A.e., s.42

[13] Hasan Sınar, “TCK’de Hakaret Suçu ve Bu Suçun Karşılaştırmalı Hukukta Gelişen Hakaretin Suç Olmaktan Çıkarılması Eğilimi Yönünden Değerlendirilmesi,” Ceza Hukuku Dergisi, S:24, Nisan 2014; Akt.: Fikret İlkiz, “Cumhurbaşkanına Hakaret ve 299 Zamanı”, http://bianet.org/biamag/insan-haklari/161147-cumhurbaskanina-hakaret-ve-299-zamani (çevrim içi), E.T.: 29.06.2017, 16:15

[14] Bilal Kolbüken, A.e.

print