AKP İktidarının Kıdem Tazminatında Bitmez Tükenmez Fon Sevdası

İktidara geldiği 2002’den başlayarak çalışanların sosyal haklarını gerileten düzenlemeleri gerçekleştiren AKP, şimdi emekçilere karşı doğrudan cephe almış bulunuyor. 4857 sayılı İş Kanunu’yla çalışma koşullarını esnekleştiren, iş güvencesini gerileten; sosyal güvenlik yasasıyla emeklilik yaşını 65’e çıkaran, prim gün sayısını arttıran ve emekli ücretlerini düşüren; kamu çalışanlarını güvencesiz bırakan, sürgünlerle karşı karşıya getiren; kiralık işçi düzenlemesini getiren; zorunlu BES uygulamasını getiren; grevleri erteleyerek fiilen grev hakkını ortadan kaldıran bu iktidar, 65. Hükümet Programı’nda da “İş güvencesi ve kıdem tazminatı hususları tüm sosyal taraflarla görüşülerek çalışanın hak ve hukuku gözetilmek suretiyle birlikte ele alınacaktır.” demek suretiyle kıdem tazminatının fona devredilmesini hedeflemektedir.

AKP’nin yeni istihdam stratejisi belgesinde, orta vadeli ekonomik programda ve hükümet programında yer alan anlayış, sermaye birikimini tümüyle emekçilerin alın terinden “çalarak” sağlamayı amaçlayan, katıksız bir “neo-liberal ideolojinin” yansımasıdır.

AKP iktidarının ortadan kaldırmaya çalıştığı kıdem tazminatı dünyanın hemen her ülkesinde var olan en yaygın ödeme türlerinden birisidir. Fransa’dan Güney Kore’ye, Hollanda’dan Hindistan’a, Arjantin’den Japonya’ya, İtalya’dan Brezilya’ya kadar neredeyse tüm dünya ülkelerinde kıdem tazminatı uygulanmaktadır. Elbette kıdem tazminatının miktarı ve uygulama koşulları ülkelerin geleneklerine, sendikal hareketin gelişmesine, toplu sözleşme düzenine ve toplumdaki sosyal koruma sistemlerinin türüne göre farklılık göstermektedir.

Ülkemizde de kıdem tazminatı 1937 yılından bu yana yaklaşık 75 yıldır uygulanmaktadır. Başlangıçta beş yıllık çalışma süresini tamamladıktan sonra işten çıkarılan işçilere, her yıl için 15 günlük ücreti tutarında belirlenmişti. Kıdem tazminatına hak kazanma süresi 1950 yılında 3 yıla düşürülmüş, 1952 yılında emekli olurken kıdem tazminatı alma hakkı getirilmiş; işçilerin ölümü halinde mirasçılarının kıdem tazminatını alabilmeleri ise ancak 1967’de mümkün olabilmiştir. 1975 yılında yapılan değişiklikle 15 günlük ücret 30 güne çıkarılmış, 3 yıllık süre de bir yıla indirilmiştir.

Görüldüğü gibi kıdem tazminatı uzun yıllar boyunca sürdürülen mücadelelerle geliştirilmiş bir kazanımdır. Bu süreç içinde işverenler ve sermaye örgütleri sürekli olarak kıdem tazminatına karşı çıkmış ve ortadan kaldırmaya ya da zayıflatmaya çalışmıştır. 1970’li yılların ortalarına kadar kapsam ve miktar olarak geliştirilen kıdem tazminatı, 1980’den başlayarak çeşitli sınırlamalara bağlanmıştır. 12 Eylül cuntasının iş başına gelmesinden sadece 41 gün sonra kıdem tazminatına tavan getiren bir düzenleme yapılmıştır. Bu durum askeri darbe dönemlerinde işverenlerin istekleri doğrultusunda ne kadar hızlı adım atılabildiğinin açık göstergesidir. Ancak aynı zamanda işverenlerin kıdem tazminatına başlangıçtan beri ne kadar karşı olduklarını da ortaya koymaktadır.

Kıdem tazminatı konusunda, bugün, siyasal iktidarın da açıktan katılarak söylediklerinde yeni hiçbir şey yoktur. Yalan-yanlış ve gerçek dışı değerlendirmelere dayanarak çalışanların en temel haklarından birisi yok edilmeye çalışılmaktadır.

Siyasal iktidara ve işverenlere göre kıdem tazminatı yükü ülkemizde işletmelerin rekabet gücünü olumsuz etkileyecek şekilde yüksektir.

Doç. Dr. Aziz Çelik’in BİRGÜN Gazetesinde 22.05.2017 tarihinde yayınlanan makalesinde yer alan arşiv derlemesi AKP İktidarının ve işverenlerin gerçek niyetlerini açıkça ortaya koymaktadır:

“…

» TOBB, TİSK ve TÜSİAD: “En kısa sürede kıdem tazminatı konusunun gündeme getirilerek, işletmeler üzerindeki yükün hafifletilmesi gerekmektedir.” (TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın Esneklik Konusundaki Ortak Görüş ve Önerileri, 2009)

» TÜSİAD: “Yeni düzenlemenin yürürlük tarihi itibariyle, kıdem tazminatında 30 gün yerine 15 gün esas alınmalıdır.” (TÜSİAD, “Çalışma hayatını düzenleyen yasaların, işgücü piyasasının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde ele alınması” başlıklı rapor, 2010)

» Başbakan Yardımcısı, eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek: “Bakan Şimşek, istihdam artışının önündeki en büyük engellerin kıdem tazminatı yükü ve esnek istihdama geçilememesi olduğunu söyledi. Türkiye’de kıdem tazminatının bu kadar yüksek ve ağır olması nedeniyle istihdamın artırılamadığını ifade eden Bakan Şimşek, Türkiye’nin esnek istihdam uygulamasına geçmeden istihdam artışı sağlayamayacağına dikkat çekti.” (Milliyet, 21 Nisan 2010) …..

» Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli: “Kıdem tazminatı fonuyla ilgili çalışmalarımız sona geldi. Çalışanların müktesep haklarının elbette korunması önceliğimizdir, bundan bir taviz vermeden bu meseleyi inşallah çözeceğiz. Çünkü burada reel sektör üzerinde, firmalar üzerinde çok ciddi yük var, bir prangadır adeta” dedi. (Sabah 18 Mayıs 2017)  …”

Oysa kıdem tazminatı yükünün ülkemizde işletmelerin rekabet gücünü olumsuz etkileyecek şekilde yüksek olduğu görüşü çarpıtılmış ve doğru olmayan verilere dayanarak ileri sürülmektedir. Gerek Avrupa ülkelerinde gerekse diğer ülkelerde Türkiye’dekine benzer nitelikte kıdem tazminatı uygulanmaktadır. Ayrıca birçok ülkede kıdem tazminatının yanında ülkemizde var olandan daha yüksek düzeylerde sosyal koruma mekanizmaları ve buna bağlı kaynak aktarma sistemleri söz konusudur.  Çoğu ülkede iş güvencesinin ve işsizlik sigortasının düzeyleri ile sosyal harcamaların bütçe içindeki payları ülkemizdeki kıdem tazminatını fazlasıyla aşan değerlere ulaşmaktadır.

İşveren örgütlerinin yıllardır öne sürdüğü, AKP iktidarının da benimsediği bir başka gerçek dışı değerlendirme de kıdem tazminatının iş güvencesi ve işsizlik sigortasının yerine geçtiğidir. Bu nedenle ülkemizde işsizlik sigortasının ve iş güvencesinin var edilmesinden sonra kıdem tazminatına gerek olmadığı iddia edilmektedir. Oysa yaygın örneklerden de görüleceği gibi hiçbir ülkede kıdem tazminatı iş güvencesi ya da işsizlik sigortası yerine düzenlenmiş değildir. Tarihsel olarak iş güvencesinin ve işsizlik sigortasının 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana var olduğu ve yerleştiği ülkelerde de kıdem tazminatı uygulaması söz konusudur.

Kaldı ki bir yandan kıdem tazminatı yükünün ağırlığından söz edip, öte yandan işverenin işçiyi işe geri almaması karşılığında ek bir tazminat ödemesini savunmak açık bir çelişkidir. Ülkemizde işverenler işe iade kararlarını uygulamamakta ve tazminat ödemektedirler. Kıdem tazminatının bir yük oluşturduğu görüşünün samimi ve tutarlı sayılabilmesi, gerçek bir iş güvencesinin savunulmasıyla mümkün olabilir.

Aynı durum işsizlik sigortası ile kıdem tazminatı ilişkisi açısından da söz konusudur. İşsizlik sigortası, işçinin, işsiz kalma tehlikesine karşı güvence sağlamak amacıyla çalışırken diğer sigorta türleri gibi prim ödeyerek sahip olduğu bir kazanımdır. Kıdem tazminatı ise herhangi bir karşılık ödemeksizin, işyerinde yıpranmışlığının bir bedeli olarak işten ayrılırken aldığı ertelenmiş kazancıdır. Her ikisinin de çalışanın işten ayrılması koşuluna bağlı olması, işsizlik sigortası ile kıdem tazminatını birbirinin yerine geçirmek için gerekçe olamaz.

Öte yandan kıdem tazminatının Türkiye’den daha düşük olduğu bazı ülke örneklerini ısrarla öne süren işverenler, sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve sendikal haklar konusunda dünya örnekleri ile evrensel normlara gözlerini kapamaktadırlar. Bu nedenle ülkemiz 12 Eylül 1980’den bu yana, dünyada çalışanların hak ve özgürlüklerini en çok baskı altında tutan ve yasaklayan ülkelerden biri durumundadır. Bu olgunun açık göstergesi hemen her ILO konferansında Türkiye’nin sendikal haklar ve toplu sözleşme düzeni konusunda “kara listeye” alınıyor olmasıdır.

Ülkemizde kıdem tazminatı konusu, gelinen son aşamada “fon kurulması” noktasında düğümlenmiş bulunmaktadır.

Uzun yıllardır AKP iktidarı tarafından gündeme getirilen ve kimi basın yayın organlarında sık sık yayımlanan kıdem tazminatı fonuna ilişkin yoğun tartışmalara rağmen ortada herhangi bir yasa tasarısı veya teklifi bulunmamaktadır. Kıdem tazminatı fonu kurulmasına ilişkin ilk yasa tasarısı taslağı İş Kanunu bilim kurulu tarafından 2002 yılında hazırlanmış olan ve bu konuda kamusal bir fon kurulmasını öngören “Kıdem Tazminatı Fonu Kanunu” tasarısı taslağıdır. Bu tasarı taslağı, işçi sendikaları konfederasyonlarının itirazları nedeniyle taslak haline dahi gelememiştir. AKP iktidarı tarafından 2012 yılında gündeme getirilen ve sosyal tarafların görüşüne ve tartışmasına sunulmayan, hükümetin bir iç çalışması olarak adlandırılan “Kıdem Tazminatının İşçinin Bireysel Hesabına Yatırılması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı”, 2002 tasarı taslağının aksine kamusal bir fon yerine, işverenlerin her bir işçisi için, işçiler adına açılmış bireysel fon hesabına kıdem tazminatı primi yatırmasını, işçilerin belirli esaslar çerçevesinde kıdem tazminatına hak kazanmalarını öngören bir kanun tasarısı taslağıdır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu yazının kaleme alındığı tarihlerde, işçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarını kıdem tazminatı gündemi ile 04 Temmuz 2017 tarihinde toplanacak Üçlü Danışma Kurulu toplantısına çağırmış bulunmakla birlikte, konfederasyonlara iletilmiş bir yasa tasarısı bulunmamaktadır.

AKP iktidarı tarafından ısrarla gündeme getirilen fon uygulaması mevcut kıdem tazminatı uygulamasına alternatif olarak, “kıdem tazminatı hakkını güvenceye almak” gerekçesiyle savunulmaktadır. Oysa ülkemizdeki gerçekler, daha önce çeşitli nedenlerle oluşturulmuş bulunan istihdama ilişkin fonların amaçlarına uygun kullanılmadığını açıkça göstermektedir.1980’li yılların ikinci yarısında oluşturulan “Konut Edindirme Fonu” ile “Tasarruf Teşvik Fonu” bir süre uygulandıktan sonra yürürlükten kaldırılmış ve geri ödemeleri çok önemli hak kayıpları yaşanarak yapılabilmiştir. İşsizlik sigortası fonunun kullanımında da amaca aykırı uygulamalar yaşanmaktadır. Kısa bir süre önce oluşturulan bu fonda biriken tutarlar, kamu tarafından başka amaçlarla kullanılmış ve işsizliğin Türkiye tarihinin en yüksek oranlara ulaştığı dönemlerde bile işsizler için gerektiği gibi değerlendirilmemiştir.

Kıdem tazminatı fonu önerisi sermayenin yükünü azaltmak yanında iktidara ve sermayeye yeni fonlar yaratmak amacıyla da önerilmektedir. Böylece çalışanların bireysel kaynakları, istihdam yaratma görüntüsü altında iktidara ve sermayeye kaynak olarak aktarılacak ve özel emekliliği yaygınlaştırmanın bir aracı olarak kullanılacaktır. Bu çerçevede çalışanların hak ve özgürlüklerini piyasa koşullarına bağlayan liberal ideolojinin gerekleri yerine getirilecek, ancak bu uygulamadan çalışanların payına hak kayıpları ve yoksullaşma düşecektir.

Bu nedenle de, çok anlaşılabilir biçimde, kıdem tazminatının mevcut uygulaması yerine bir fon oluşturulması hiçbir şekilde bir çözüm olarak görülemez. Fon kurulması gerekçesiyle kıdem tazminatından yararlanma koşullarında sınırlama yapılması ve miktarda indirim de kabul edilemez.

Dünyadaki uygulamalara bakıldığında da, yaygın uygulama kıdem tazminatı yükümlülüğünün doğrudan işverenlere bırakılmış olmasıdır. Sınırlı sayıdaki örneklerden kalkılarak fon uygulaması savunulamaz. Çalışanların çok büyük bölümünün sendikal örgütlenmeyle ilişkisinin bulunmadığı ve toplu sözleşme güvencesinde olmadığı Türkiye gibi ülkeler, sosyal koruma sistemlerinin gelişmiş bulunduğu ve çalışanların tümünün toplu sözleşme kapsamında yer aldığı -örneğin İtalya ve Avusturya gibi- ülkelerle karşılaştırılarak Kıdem Tazminatı Fonu oluşturulması önerilemez.

İşçi konfederasyonları Türk-İş ve DİSK, kıdem tazminatını 15 güne indirmeyi ya da fona bağlamayı öngören yaklaşımlar karşısında, bu doğrultudaki düzenlemelerin gerçekleştirilmesi halinde bu durumu bir genel grev gerekçesi sayacaklarını açıkça belirtmektedirler.

Esasen kıdem tazminatının düşürülmesini savunan işveren örgütleri, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), 2017 Haziran ayı başında arka arkaya yaptıkları açıklamalarla, “mutabakat sağlanmadığı sürece kıdem tazminatında değişiklik yapılmamalı” yönünde açıklamalarda bulunmuşlardır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise, 1 Temmuz 2017 tarihli Habertürk Gazetesinde yayımlanan demecinde; “…gerek işveren sendikalarımız, gerekse işçi sendikalarımız bu işte ortak bir hedef veya hak hukuku koruyan bir noktaya gelemediler. Kamuoyuna yansıyan demeçlerinden gördüğüm kadarıyla çok ayrı noktalardayız. Şayet Salı günü ortak bir nokta bulabilme umudumuz çıkarsa devam edeceğiz, yoksa taraflara rağmen böyle bir adımı atma durumunda olmayacağız…” diye beyanda bulunmuştur.

Kıdem Tazminatı konusunda uygulamadaki en önemli sorun, işverenlerin iflası, ödeme aczine düşmesi ve benzeri nedenlerle kıdem tazminatını alamayan çalışanların bulunmasıdır. Bu sorunun çözümü, işsizlik sigortası fonu kapsamında yer alacak ücret garanti fonu benzeri güvence mekanizmalarıyla bulunmalı ve çalışanların hak kayıpları önlenmelidir.

print