17 bin yurttaşımızın hayatını kaybettiği 1999 Gölcük depreminin üzerinden 23 yıl geçti. Kasım 2002’de iktidara gelen AKP, depremle mücadele amacıyla yapı denetim yönetmeliklerini değiştirdi, 2009 yılında afet yönetimini tek bir çatıda (AFAD) topladı. İnternet sitesinde verilen bilgilere göre yapılan değişiklikler kapsamında AFAD yönetim modelinde öncelik kriz yönetiminden risk yönetimine verilmiş, “Bütünleşik Afet Yönetimi Sistemi olarak adlandırılan bu modelde, afet ve acil durumların sebep olduğu zararların önlenmesi için tehlike ve risklerin önceden tespiti, afet olmadan önce meydana gelebilecek zararları önleyecek veya en aza indirecek önlemlerin alınması, etkin müdahale ve koordinasyonun sağlanması ve afet sonrasında iyileştirmeçalışmalarınınbirbütünlükiçerisinde yürütülmesi” öngörülmüştü. Yine depremle mücadele kapsamında, depreme dayanıksız olan yapıların yenilenmesi gerekçesiyle 2012 yılında kentsel dönüşüm seferberliği başlatıldı. Tüm bu kağıt üstünde depremle mücadele kapsamında yapılanların uygulamasının sonuçlarının ise neler olduğunu ya da en naif tabiriyle “yetersizliğini” 6 Şubat’ta gördük.
6 Şubat Pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli, 7.6 ve 7.7 büyüklüğünde iki depremle gerçek anlamda tüm ülke olarak yıkıldık. 16 Şubat tarihinde Bakanlığın açıklamalarına göre şu ana kadar yapılan incelemelerde 56 bin 80 binanın yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı olduğu anlaşıldı. Resmi rakamlara göre 38 bin 44 yurttaşımız ise hayatını kaybetti. Daha enkaz altından çıkarılamayan ve aileleri tarafından aranan binlerce kişi bulunuyor. Temel kazılmadığını gösteren domino taşları gibi yıkılan binalar, un ufak yerle bir olan binalarda kullanılan demir ve betonlar, çıkarılan yönetmeliklere uyulmadığını ve bu anlamda denetimlerin yapılmadığını açıkça gösteriyor. Bir planlama – sosyal bir proje kapsamında meslek odaları ve akademisyenler ile birlikte – yapılmayan, özel sektörün eline bırakılan kentsel dönüşümün ise müteahhitler için rant kapısı olduğu, binlerce kişiye mezar olan milyon Türk liralarını aşan konutlara bakınca daha anlaşılıyor. Afet yönetiminin koordinasyonunu sağlaması gereken AFAD’ın depremin üçüncü gününde gelmesi ve hala tam koordinasyonu sağlayamamış olması 99’dan beri bu açıdan bir sıçramanın yaşanmadığını acı bir şekilde ortaya koydu. Binlerce yurttaşımız arama kurtarmadaki koordinasyonsuzluk nedeniyle soğukta göçüklerin altında “yardım edin” sesleri her saat azala azala hayatını kaybetti. Ve insanlarımızın yaşadığı bu çaresizliğin bir nedeni de parti-devletinin somut olarak gözümüze çarptığı, Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere hiçbir kurumun yardım etmek için bile inisiyatif alamadığı bir yönetim anlayışıydı.
Depremin bir doğal afet olması karşısında insanlık bu afetlerden zarar görmemek için bilimi ve teknolojiyi kullanarak uzun yıllardır çözümler üretiyor. 2023 yılında bu gelişmeler ve bilim karşısında on binlerce ölen insanımıza ve onların ailelerine deprem için “kader” demek büyük bir riyakarlıktır.
Erdoğan iktidarının birinci senesinde gerçekleşen Bingöl depreminden sonra “Ülkenin temel sorunları büyüdü, hiçbir sorun sistemin uygulama biçiminden bağımsız olarak ortaya çıkmayacağı ve sistem iyi işletilmeden çözülemeyeceği için Ankara, Anadolu’nun talepleri altında ezilip kaldı. Bakın her acının, her felaketin ardından esasında tartıştığımız bir zihniyettir. Yeraltında fay kırıklıklarından önce, bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır. Birbirini tetikleyerek kırılan bu iki faydan sonra malzemeden çalmayı alışkanlık haline getirenlere, yolsuzluktan ve usulsüzlükten beslenenlere gün doğmuştur. Bu aksaklıkları, bu çözümsüzlükleri gidermek için bataklığı kökünden kurutmak, sorunları kaynağından çözüme kavuşturmak zorundayız. Bunun için hepimize sorumluluklar düşüyor.” demişti.1 Evet, yardıma gelen diğer siyasi partileri ve demokratik kitle örgütlerini engellemeye çalışmak, basının yaptığı yayınları yalancılıkla ve devleti zayıf göstermeye çalışmakla suçlamak, depremzede yurttaşları iktidarı eleştirileri nedeniyle gözaltına almak, ar damarının çatladığını gösteriyor. Ve evet, Ankara bu depremde “Anadolu’nun altında kalmıştır” ve üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyen herkesin sorgulanması gerekmektedir.
Biz hukukçuların, müteahhidinden yapı denetçisine, oturum izni veren idari yetkililerden bakanlıklara, deprem sonrası yaşanan eksikliklerden sorumlu görevlilere kadar bu sorumluluğu yerine getirmeyenlerin hukuk önünde hesap vermesini sağlamak, ölen on binlerce yurttaşımıza boynunun borcuysa, bir o kadar da hala nefes alan ve deprem riskiyle burun buruna olan diğer milyonlara karşı sorumluluğudur. Ve yine biz hukukçuların, yurttaşlarımıza deprem bahane edilerek yapılacak seçimlerin ertelenmesinin hukuka aykırı olduğunu söylemek ve bunun yapılmaması için mücadele etmek de bir o kadar acı çeken halkımıza karşı ve gençlerimizin geleceği için sorumluluğudur.
Bir yeni depremde on binlerce yurttaşımızı bir daha kaybetmemek için sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız.