Mercek: Bir Cinayet Üzerinden Akademiye Bakış

2 Ocak 2019 Çarşamba günü Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik anabilim dalında araştırma görevlisi olan Ceren Damar,üniversitedekiodasındadanışmanıolduğu öğrencisi tarafından önce silahla vurularak, sonra bıçaklanarak öldürüldü. Öğrencinin bu saldırısının sebebi ise, Ceren Damar’ın kendisini sınavda kopya çekerken yakalamış olması. Yani araştırma görevlisinin sınavda görevini yerine getirmesi.

Öğrencinin bunu neden yapmış olduğu, kendisinin ne gibi psikolojik sıkıntıları bulunduğu, eve gidip silahı alıp tekrar okula gelerek Damar’ı öldürmesinin tasarlayarak insan öldürme suçuna girip girmediği konuları tartışılan önemli konular olsa da, bunları bu yazıda şimdilik bir tarafa bırakalım ve şunu düşünelim. Toplumsal olarak gelinen noktada, bir akademisyenin öğrencisi tarafından bu şekilde öldürülmesine gerçekten şaşırdık mı?

Bu sorunun cevabı ne yazık ki “hayır”. Toplumun her kademesinde yozlaşmayla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Bu yozlaşmanın gericilik ve piyasalaşmanın sonuçlarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çevremizde gördüğümüz ameliyatta hastayı kurtaramadığı için doktorları öldürenler, trafik kavgasında karşısındakini dövenler, çocuklara cinsel istismarda bulunanlar, gündem

olan Palu ailesi ve buna benzer birçok yaşadığımız olay, aslında Ceren Damar cinayetiyle bağlantılı. Yine para karşılığı her şeyin ama her şeyin satın alınılabileceğine ilişkin görüşün egemenliğinin artması, bu cinayetin işlenmesinden bağımsız değil.

Ancak Ceren Damar’ın ölümü sebebiyle, bu yozlaşmanın üniversiteler ve eğitim alanındaki durumunu biraz daha açmamız gerekiyor.

***

Eğitimde piyasalaşma AKP ile başlayan bir olgu değil. Tarihsel süreçte toplumsal mücadelelerle kazanılan eğitim hakkının kamusal niteliği, tüm dünyada neo- liberal politikalar doğrultusunda devletin kamusal hizmet verdiği alanların piyasaya açılmasıyla yok ediliyor. Türkiye’de ise 1982 Anayasası’nın vakıf üniversiteleri açmasına izin vermesiyle birlikte, 1991’de ilk vakıf üniversitesi Bilkent’in kurulması da bu adımların başlangıçlarından biriydi. Bu zamandan sonra Devlet, eğitim politikası olarak vakıf üniversitelerinin açılmasını teşvik etti, bu üniversitelere karşılıksız arsalar ve genel bütçeden kaynak aktarımı sağlandı. AKP döneminde ise, vakıf üniversitelerinin sayısı çok hızlı bir şekilde artış gösterdi.

Aslında kapitalist toplumlarda üniversiteler genel olarak, işgücünün gerekli işin ihtiyaçları doğrultusunda becerilerle donatılması, bilimsel üretimin ve egemen ideolojinin sistemin güncel ve tarihsel ihtiyaçlarına göre yeniden üretilmesi görevlerini üstlenmektedir. Bilimsel ilerleme için nitelikli üretiminin yanında, sorun çözebilen, sorgulayan ve daha farklı düşünsel noktaları keşfeden insanlar gerekir. Bu sebeple, üniversiteler toplumdaki ortak düşünceleri de sorgulayabilen kişiler yetiştirir. Bu hâl dolayısıyla, tarihsel olarak kapitalist devletler için akademi hem devlet ideolojisinin üretildiği, hem de buna muhalefetin yer aldığı temel kurumlardan biri olmuştur.

Ne var ki -devlet/vakıf fark etmeksizin- üniversitelerin sorgulayan, muhalefet eden insan yetiştirmesi tarafı uzunca bir süredir törpülenmek istenmekte, piyasaya yararlı olan bilgilerin verilmesi, piyasada çalışacak teknisyenlerin yetiştirilmesi gibi hedefler ön plana çıkarılmakta, üniversiteler de bilim üretmekten öte, teknisyen yetiştiren ve iş imkânı sağlamak için adeta sertifika veren yerlere dönüşmektedir. Öğrencilerin çoğu da yine devlet ya da vakıf fark etmeksizin üniversiteleri iş bulabilmek için diploma alıp çıkacakları bir kurum olarak algılıyorlar. Vakıf üniversitelerinde ise bu kurumların şirket gibi yönetilmeleri, öğrencilere bir müşteri gibi davranılması, akademisyenlere bilim insanı olarak değil de üniversiteye gelen öğrencileri ders verirken memnun etmesi gereken, idari/akademik her işi yapabilecek birer personel olarak bakılması, öğrencilerdeki bu algıyı daha da arttırıyor. İktidar, akademisyene bir bilim insanı, sorgulayan/üreten kişi sıfatından çıkararak onu sadece teknik bilgiler öğreten bir birey olarak göstermeye çalışıyor. Bu bakımdan AKP’nin uzun bir süredir akademisyenlerin itibarını zedelemeye dönük söylemlerinin, üniversitelerin muhalif/ sorgulayan yönünün yok edilmesi hamlesi olduğu görülmeli.

Tüm bunların yanında Türkiye’de gericiliğin üniversitelerde sorgulayan akademisyen ve öğrencileri susturmak için kullandığı bir yöntem daha var: Sağcı toplulukların üniversitelerde örgütlenme olanaklarını sağlamak ya da göz yummak. Bu, ülkemizde devletin solu ve ilericileri üniversitelerde susturmak istediği zaman kullandığı bir araç oldu. AKPde bundan azade değil. Sağcı öğrenci grupları, üniversite yönetimleri ve özel güvenliklerle koordineli ya da onların göz yummasıyla üniversitelerin susturulması, apolitikleştirilmesi yönünde önemli bir rol oynuyorlar.

Örneğin, Ceren Damar’ın öldürülmesinden sonra BBC Türkçe’ye konuşan ve geçen sene Çankaya Üniversitesi’nden mezun olan bir öğrenci, Üniversite yönetiminin kimi gruplara imtiyaz tanıdığını ve öğrenim hayatı boyunca düzenlemek istedikleri pek çok panel ve söyleşinin bu imtiyazlı ülkücü gruplar tarafından yöneltilen tehditlerle iptal edildiğini belirtmiş1. Yine aynı üniversitede, eskiden Bankacılık ve Finans Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışan Ekin Barış Şah’ın Ceren Damar’ın öldürülmesinden sonra basına verdiği bilgilere göre, Üniversitedeki ülkücü grup tarafından sosyal medyada linç girişimine uğraması sonrasında okul yönetimi bu öğrenciler yerine araştırma görevlisi hakkında soruşturma başlatmış, yönetimin ve öğrencilerin bu baskıları sebebiyle Şah görevinden istifa etmiş2. Bunun sayısız örneğini bir Google taramasıyla görülebilecek haberlerde bulmak mümkün.

Ayrıca üniversitelere ve akademisyenlere yönelik şiddete ilişkin, Barış İçin Akademisyenler metnine imzacı olan akademisyenler için Sedat Peker’in “Kanlarını oluk oluk akıtacağız” sözünün Mahkeme tarafından “ifade özgürlüğü” kapsamında görüldüğünün de unutulmaması lazım.

***

Üniversitelerin bilimden uzaklaşmasını, eğitimin piyasalaşmasını, akademisyenlerin itibarsızlaştırılmasını ve bu grupların üniversitelerde palazlanmasını teşvik edenler, Ceren Damar’ın öldürülmesinden sonra bu olayın nedenini üniversitelerdeki güvenlik zafiyetine bağlayarak, İçişleri Bakanlığı ile yapılan görüşmeler sonrası güvenlik önlemlerin Üniversitelerde daha da arttırılacağını belirtiyorlar. Oysaki üniversitelerde özel güvenliğin, çevik kuvvet polislerinin üniversiteye girmesinden bu yana şiddetin arttığı açıkça önümüzde duruyor. Devlet, bir akademisyenin çok acı bir şekilde öldürülmesini bile üniversiteleri daha fazla kontrol etme amacına hizmet ettirmeye sağlamaya çalışmaktan geri durmuyor.

Bizlerin ise bıkmadan usanmadan daha fazla bilimden, emekten yana özerk üniversiteler başlığını tartışmamız, tartıştırmamız gerektiği açıkça ortada.

print
Notes:
1. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46758890.
2. Ayrıntı için https://tr.sputniknews.com/turkiye/201901071036963754-cankaya-universitesi-arastir-ma-gorevlisi-cankaya-ulkuculeri-tehdit/