Yüzünü aydınlığa, sola, eşitlik ve bağımsızlığa dönmüş genç kuşaklar olarak Erşen Sansal’ı, devrimcilerin avukatını, adalet mücadelesinin çınarlarından birini daha geçtiğimiz nisan ayında kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Mücadele ufkunun ötesini omuzlarında yükselerek görebildiğimiz tüm devlerin yaptığı gibi, Erşen Sansal da bizlere hayati öneme sahip bir mücadele mirası ve birikimi bıraktı. Dolayısıyla bu yazıya, anısını yaşatacağımızı söyleyerek başlamak sanırım en doğrusu.
2018 yılında yapılan bir yuvarlak masa toplantısında1 Erşen Sansal, yargı ve adaletin o günlerde tanık olunan katlinin “faşizan” sıkıyönetim dönemleriyle karşılaştırıldığında dahi çok “daha büyük boyutlara” ulaştığını ve böylesi bir dönemde çok daha yüksek ve örgütlü bir sese ihtiyaç duyulduğunu söylemişti. Toplumsal hafızanın temel tuğlaları hâline gelmiş birçok önemli davada onlarca yıl yer almış bir meslek üstadı olarak Erşen Sansal’ın dikkat çektiği bu hususu anlamak, kanımca bir hayli önemli. Bunun için ise öncelikle, Erşen Sansal ve Halit Çelenk gibi hukukçuların verdikleri uzun ve zorlu mücadelenin yalnızca bir hukuk mücadelesi olmadığını kavramak gerekiyor. Aslına bakılırsa hukuk dünyamızın çınarlarının yürüttükleri bu mücadele, başlı başına politik bir mücadeledir. Nitekim, bugün savunma hakkının demir parmaklıklar ardına gönderilmek istenmesinin esas nedeni de, onurlu hukukçuların kendilerini dahil olmak zorunda hissettikleri süreğen toplumsal adalet mücadelesinin geçmişten bugüne devredilen, kaçınılamaz politik karakteridir.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 36. sayısında okuyabilirsiniz.