30 Mart 2016 günü ÇHDli avukatlar, İstanbul Çağlayan Adliyesi önünde davalarına ilişkin bir basın açıklaması yapmak istediler. Savcının “yasaklama” talimatı var diyerek avukatları kuşatan polisler açıklamayı zorla engelledi, arkadaşlarımızı darp etti, yerlerde sürükledi. Polisler tekmeleyerek Av. Zeycan Balcı’nın bel omurlarını iki yerden kırdılar.
Saldırganın, avukatların arkasında sıralanıp kalkanlarla itekleyen polislerin arasından uzanarak, Balcı’ya hınçla defalarca tekme vurduğunun net görüntüsü vardı. Hedef alarak, sadece zarar vermek, acı çektirmek kastı ile acımasızca tekme attığı görülüyordu.
Ambulansla hastaneye götürülürken Balcı’nın “yılmayacağız, yine geleceğiz” şeklindeki haykırışına karşı “Senin O Parmaklarını da Kıracağız” diye bağırarak açıkça tehdit edecek kadar da pervasızdılar.
İlk değildi bu; savunma avukatları birçok yerde saldırıya uğradı, hatta öldürülen meslektaşlarımız da oldu. Ancak adliye binasının önünde, polisin bir avukatı tekmeleyerek belini kırması, saldırıların geldiği boyutu ve emir sahiplerinin fütursuz öz güvenini temsil ediyor.
Kim olursa olsun demokratik/ anayasal bir hakkını kullanan hiç kimseye polisin saldırması ya da engellemesi meşru ve yasal değildir. İstanbul C. Savcılığı’da bu gerçeği kabullenmiş, “basın açıklaması ve ifade özgürlüğünün bir hak olduğu” ve avukatlar suç işlemediği için “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı vermişti. Ancak bu olayın daha ileri ve önemli boyutu saldırının savunma avukatlığını hedeflemiş olması gerçeğidir. Çünkü, avukatların kamuoyunun da takip ettiği davalarda gerektiğinde basına açıklama yapması sadece bir hak değil, aynı zamanda
görevinin bir parçasıdır. Bu yönüyle işyerimiz olan adliyedeki bu saldırı da sadece avukata değil avukatlık/ savunma mesleğine yapılan saldırılardanbiriydikuşkusuz.
Soruşturma ve dava sürecinde işkence ve kötü muamele vakalarındaki alışıldık seyir burada da işledi/işliyor. Dava açmama, açmaya mecbur kalınırsa etkisiz bir iddianame yazma, davayı uzatma, gereksiz işlemlerle şüphe yaratma, zamanaşımına uğratılamıyorsa ve beraat de verilemeyecekse olabilecek en hafif cezayı bile mümkünse bozulması için bir açık bırakacak şekilde verme yöntemleri burada da adım adım örülmeye çalışılıyor. Ve elbette sanık polisi görevden almamak, disiplin cezası vermemek ve en kısa sürede başka bir yere atayarak duruşmaları sanıksız sürdürmek gibi alışıldık yöntemlerin hepsi uygulanıyor.
Zeycan Balcı’nın fail/failleri emniyet tarafından korunup disiplin dosyası hızla ve “olay görüntüsü yok” yalanına dayanarak kapatıldı. Görüntüler yerine görüntüden elde edilen fotoğrafların kötü kopyaları güya teşhis için emniyet birimlerine gönderildi. Müdahale eden grup/tim belli olduğu halde, hedef grup yerine o gün adliyede görevli yüzlerce polisin “teşhis” etmesi gerekçesi ile süreç aylarca uzatıldı. Beklendiği gibi tüm polis ya da amirler kendileri dâhil kimseyi tanımadıklarını söyleyip hiçbir isim de vermediler. Savcılık, polislerin teşhise elverişli çok cepheden çekilmiş fotoğraflarının gönderilmesini istediğinde, emniyet “görevimiz değil” diyerek talebi reddedebildi. Bunun yerine sicil kayıtlarındaki vesikalık fotoğrafların gönderilmesine, talimatının yerine getirilmemesine savcılık ses bile çıkarmadı. Bu “soruşturma” süresinde 6 (altı) kere savcının değiştirilmesi de niyetin göstergesi olsa gerek.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 36. sayısında okuyabilirsiniz.