Türkçe’nin büyük şairlerinden Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde önemli üç imge vardır: Biri “her yere yetişileceği”, ikincisi “insanın yaşadığı yere benzeyeceği”, üçüncüsü “Ahmet abinin bir mendilin neden kanadığını bilebileceği” iddiasıdır. Taner Yelkenci’nin hayatı (1971-2013) insani ve fikri düzeylerde bu üç imge ile birlikte düşünülebilir. Hatta şiirdeki “Ahmet abi”, edebiyat araştırmacılarına göre TKP’li Ahmet Gayretli’dir, kimi yerlerde de inatla Ahmet Arif olarak anılır ama ne önemi var? Bizim açımızdan “Ahmet abi” Yelkenci olarak da düşünülebilir, başka birisi olarak da.
“Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde Cansever, “İkinci Yeni” şiirine getirilen toplumcu gerçekçi eleştirileri bir yandan savuştururken bir yandan da “Ahmet abi”nin imgesinin bildiği her şeyi kendisinin de bildiğini bildirir. Üstelik bildiğinin bir farkı vardır, buna da vurgu yapar: “bu sıkışmış toplumsal itirazcılığın kısırdöngüsünü senin gibi okuyamıyorum” der. Bu fark önemlidir, çünkü şiir günümüzden neredeyse elli yıl önce, dile kolay yarım asır önce yazılmıştır ve gündemde olan bir serzenişe sahiptir. Üstelik şiir yazıldığında neredeyse 50 yıllık bir yaşam deneyimi vardır ve bu deneyimin imbiğinden süzülerek ortaya çıkmıştır. Gerçekten de aynılaşmış bir tekrarın ikrarından usanmış bir toplumsal muhalefet dili güncel buradaya kadar (yine neredeyse) bir arpa boyu ancak yol gelmiştir. Bu kanaatin ölçüsündeki adaletsizlik tartışabilir olsa da gerçeklik değiştirilemez. Çünkü Walter Benjamin’in de “Tarih Üzerine Tezler”de dediği gibi: “düşman kazanmaya devam etmektedir”. Yapılması gereken o halde her ne olacaksa olsun Karl Marx’ın ifadesiyle, işte buradan, “yeni kötü şeylerden başlayarak” yapılmak zorundadır.
Cansever’in şiirindeki izleri takip ederek “gayri resmi” bir Yelkenci portresi ifade etmek için, ilkin “neden Yelkenci için de ‘her yere yetişileceği’ imgesi anlamlıdır”, sorusunu tartışmaya açmak yararlı olacaktır. Yelkenci’nin hayatında yer anlamında üç başlangıç vardır. Birincisi doğum yeri olan Hollanda’da geçen çocukluk ya da çok
kültürlülük yılları, ikincisi Hendek’te başlayıp üniversite yıllarında gelişen Hendeklilik ya da muhafazakâr milliyetçi entelektüalizme duyulan hayranlık yılları, üçüncüsü lisansüstü eğitimiyle başlayan kendilik ve Marksist ortodoksiye dair düşünsel katkı yılları. Burada Bursa ve Kocaeli ayrıca zikredilmeye değer uğraklardır. Yelkenci’nin Hollanda’da gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak başlayan hikayesi Kocaeli’deki yıllarında edindiği son formasyonuyla birlikte, sürekli olgunlaşan ve diyalektik açıdan bütünleşen bir hayatın içinde onu bulmamızı sağlar. Bu yüzden Yelkenci için yer hem Hollanda, Hendek, Bursa, Kocaeli gibi mekânlardır hem de olgunlaşma hikayesinin içindeki zamansallıklardır. Bunların her birine yetişmekte sıkıntı yoktur, bilakis hepsi, zengin bir deneyim içinde birlik oluşturmuştur.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 36. sayısında okuyabilirsiniz.