Hukuk Felsefesi: Üniversitenin Alacakaranlığında Rona Serozan

Yitirdiklerimizin ardından sözler yarı anlamlarını yitiriyor; kalanı sağaltmadıkları gibi, gideni çarpıtabiliyorlar. Aslına bakarsanız Rona Hoca’yı yitirmemizin üzerinden geçen sayılı gün de bu fikri teyit etmekten başka bir işe yaramadı. Fakat aktarmak bir sorumluluk ve Kelsen’in yazdığı üzere, “zaman görünüştedir”. Öyleyse Hoca’nın hafızamızdaki ayak izlerini1 takip ederek belki aramızdan geçip giden Rona Serozan’ın varlığının (ve yokluğunun) anlamını araştırmaya bir adım atılabilir.

Bir “konjonktür musluğu” ve “sermayenin kârını artırıcı yedek kaynak” olarak yıllarca Alman ekonomisinin çıkarlarına hizmet etmek zorunda bırakılmış olan işçi yurttaşlarımız, bu işlevlerine uygun olarak , Alman kamu makamlarının ve işverenlerinin keyfine göre sınırları belirlenen antidemokratik, güvencesiz bir hukuksal statüde tutulmaktadırlar.

Bu sert sözlerle başlar, “F. Almanya’ daki İşçilerimizin Hukuksal Sorunları” adlı makalesine Rona Serozan2. Sorunları ele alışı gayet teknik, bir pozitif hukukçunun analitik tutumuyladır. Son sözler geldiğinde ise üslup ve içerik yeniden değişir:

Vize andlaşmasının çiğnenmesi sırasında T.C. hükümetince takınılan kişiliksiz, ödüncü tavrın, boynu bükük suskunluğun “tekerrürü”ne karşı, bu andlaşmanın asıl “lehdarları” olan tüm işçilerseslerini olanca gürlüğü ile duyurmalı, tüm yargı yollarını zorlamalıdırlar.

Savaşımın son aşaması ise bellidir: Ortak Pazar salt “sermayenin” uluslararası ortaklığı ve pazarı olmaktan çıkarılmalı, tüm Avrupa “halklarının” çıkar ortaklığına dönüştürülmelidir.”

Rona Serozan, 1402 sayılı Kanunla görevden uzaklaştırıldığı sırada gitmişti Almanya’ya, o zorunlu ikâmetten buna benzer pek çok çalışma ya da çalışma nüvesi ile döndü. Bugün benzerini yaşadığımız zor zamanlardı. Hani şimdi diyorlar ya, “Bu dönemde biz işimizi en iyi şekilde yapalım, asıl o önemli…” Belli ki bu düstur Hoca için de geçerliydi; fakat onun işten anladığı, bugünün akademi içinde ve dışındaki steril akademisyenlerinkinden farklı görünüyordu.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 17. sayısında okuyabilirsiniz.

print