Zorunlu arabuluculuk uygulaması başlayalı bir yıl oldu. Uzun süren tartışmalardan sonra yasalaşan düzenleme sonucu, belirli iş uyuşmazlıklarında arabulucuğa başvuru, dava şartı haline geldi. Arabuluculuk Daire Başkanlığı’nın verilerine göre, 02/01/2018-25/05/2018 arasında arabuluculuğa giden iş uyuşmazlıklarının %65’i anlaşma ile sonuçlanmış. Öte yandan bu rakamın gerçek hayatta ne anlama geldiğini ortaya koyacak veriye henüz sahip değiliz. Bunun için işçilerin arabuluculuk uygulaması hakkında ne düşündüklerini, bu süreçte ne hissettiklerini, “adaletin tesis edilip edilmediğini” öğrenmek gerekiyor.
Bu gerekliliğin sebebi insanların deneyimlerinin, her türlü mevzuattan ve resmi istatiksel veriden ve rakamdan çok daha farklı anlamlar barındırması. İnsana dair bir şey hukuk. Her davanın bir hikâyesi var; o davada görünür olan duygular, o dava sürecinin yarattığı duygu ve düşünceler, değiştirdiği hayatlar ve algılar. Bu yüzden zorunlu arabaluculukta %65 oranında çözüm gerçekleştiğine dair bilgi, uygulamanın iyi ya da kötü, adaletli ya da adaletsiz, hakkaniyete, dürüstlüğe uygun olup olmadığına ilişkin bize bir bilgi vermiyor. Ben bu yazıda, arabuluculuğun, işçilerin dava sürecinden beklentilerini ve taleplerini ne şekilde ve düzeyde karşılayabileceğine dair birtakım tespitler yapmaya çalışacağım. Tespitlerimi de işçilerin hukuk deneyimlerine odaklı, temellendirilmiş kuram çalışmasıyla yürüttüğüm ve tamamladığım doktora tezime dayandıracağım.
İşçilerin hukuk sistemine dair deneyimleri, üç başlık altında toplanabilir: Güvence, öngörülebilirlikve görünürlük. Bu kavramlar aynı zamanda işçilerin beklentileridir. Bu beklentiler, işçilerin mevcut deneyimlerinde karşılanmayan duygulara ve ihtiyaçlara göre şekilleniyor. Bu üç kavramın birbiriyle ilgisiz olmadığını belirtmek gerekiyor. Güvence hayatın her alanına dair bir beklenti olsa da, genel olarak çalışma süreci ve yargı mekanizmasına dair ihtiyaçları anlamlandırmak için kullanıldı. Öngörülebilirlik, hukuki güvenlik ilkesine paralel bir kavram olarak, işçilerin hukuksal süreçlerdeki belirlilik ihtiyaçlarını betimliyor. Görünürlük kavramını ise genel olarak yaşamdaki, özel olarak çalışma ilişkilerindeki hızlı değişim süreçlerine adapte olmaya çalışan bireyin sancısı olarak, hukuk deneyimine izini bırakan bir beklenti olarak ele aldım. Görünürlük beklentisi, işçiler açısından öncelikle, devletin kendilerine sahip çıkma beklentisinde somutlaşıyor. Devletten, toplumun evlatlarına sahip çıkması beklentisi, yok sayılmamak elbette. Aynı zamanda dava açmak, hukuksal mekanizmaları harekete geçirmek bir mücadele işçiler açısından. Dava bir hak arama mücadelesi olarak görülüyor, bir yandan şimdiye kadar çalışırken, eğitimde, toplumsal yaşamda tüm yok sayılmalar, kendilerine yapılan tüm haksızlıklar, davayla ya da mahkeme kararıyla onlara varlık kazandırıyor, hukuksal bir varlık. Bu üçü birlikte “güvencesiz adalet” kavramını oluşturuyor.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 17. sayısında okuyabilirsiniz.