Yedi tepeli şehrimizin güzide adliyesinde bir terör savcısının baktığı dosyamda, akıbet sormak için adliyemize intikal ettim. Sayın savcı ile görüşme niyet ve isteğim (ve haşa cüretim) olmadığı gibi, bunun pratikte mümkün olmayacağını da test ettiğimden kâtibi ile görüşeyim dedim. Koridor giriş kapısında rastladığım, gayet uzun boylu güvenlik görevlisi, kâtip ile saat 11’de görüşebileceğimi söyledi. “Adliyede mi yok” diye sorunca da, kendisinin son derece adliyede olduğunu, ancak prensip olarak avukatlarla saat 11-12 arası görüştüğünü öğrendim.
Benim de bu vesile ile epey zamanım doğdu. Taşradaki bir müvekkilimin gayrimenkulüne koyulan tedbir, kaldırılmasına rağmen tapuya yansıtılmadığı için, yıllar önce bir dosyamın soruşturması aşamasında sulh ceza mahkemesi tarafından verilen o elkoymanın kaldırılması kararının onaylı bir suretini almam gerekti. O işi halleder, arta kalan zamanda adliyede bulunan tanıdıklarımı yoklarım ve çay/kahve seansı sonrası “yüce”kâtibimizin yanına varırım diye düşündüm.
Tabii sulh ceza mahkemelerinin kaldırıldığını, yerlerine sulh ceza hâkimliklerinin geldiğini, sulh ceza mahkemesi dosyalarına, asliye ceza mahkemelerinin baktığını biliyorum. Ama sıkıntılı bir durum yok, o dosyalara artık hangi asliye ceza mahkemesi bakıyorsa -ki bu bellidir zaten- gidip oradan talep edeceğim kararı.
Asliye ceza mahkemesini buldum, talebimi ilettim. Güler yüzü ile beni karşılayan personel, “Tamam o dosyalara biz bakıyoruz ama, biz esaslara bakıyoruz, sizin istediğiniz karar değişik iş kararı, hangi sulh ceza hâkimliği bakıyorsa artık o sulh ceza mahkemesi dosyalarına, oradan sorun” dedi.
Peki dedim, yine sıkıntı yok. Hatta mantıklı da geldi, asliye ceza mahkemesi ancak esas dosyalarına bakar, benim istediğim şey elkoymanın kaldırılması kararı olduğuna ve bu kararı da şimdi sulh ceza hâkimlikleri verdiğine göre oradan talep edeceğim. Herhangi bir sulh ceza hâkimliği kalemine gidip, “pardon siz o mahkemenin değişik işlerine mi bakıyorsunuz” deyince sağ olsunlar yönlendirdiler, doğru hâkimliği buldum.
Ancak doğru hâkimlik de, “bu kararı size biz veremeyiz, ancak o soruşturma sonucu davanın açıldığı mahkemeden talep edebilirsiniz, çünkü değişik iş kararı verilen dosya fiziken hala oradadır” dedi. Doğru hâkimlikten doğruca çıktım, o davaya bakan asliye ceza mahkemesine gittim. Onlar da; sonuçta kararı veren makamın sulh ceza mahkemesi olduğunu, sulh ceza mahkemelerinin değişik iş kararlarını da ancak sulh ceza hâkimliğinin verebileceğini, kendilerinin böyle değişik iş kararları veren bir merci olmadıklarını söylediler ve doğru yerin sulh ceza hâkimliği olduğunu söylediler.
Ben bunun peşine tekrar sulh ceza hâkimliğine çıktım (tabii bunlar bir katlık, 2-3 dakika yürümelik mesafeler değil takdir edersiniz, her bir yargı birimine girişte ayrı bir mesai var). “Şimdi mahkemeden geldim, böyle böyle dediler” dedim, onlar da “şöyle şöyle” dedi. Tabii o anda iyice, küs karı kocanın arasını yapmaya çalışan bacanak/kayınço/kuzen gibi hissediyorum kendimi: “Nazif dedi ki, o iş öyle olmaz, yemeği en geç 8’de yemek zorundaymışsınız”, “Şahika dedi ki, o zaman en azından salatayı o yapsın, gelir gelmez televizyonun başına oturmasın”…
Bu kararın aslının kimde olduğu konusu hâlâ muğlak ve böyle bir durumda bana kim yardımcı olabilir, hâlâ bilmiyorum. Ancak sonuçta bir şekilde karara ulaşabildim, o dönem UYAP kullanılmamakla birlikte, bir insan evladı daha sonra kararı tarayıp UYAP’a yüklediğinden, kararın çıktısını verip aslı gibidir yaptılar. Bana bu iyiliği yapan da, eski sulh ceza mahkemesi dosyalarının sadece esasına bakan, ilk durağım güler yüzlü asliye ceza mahkemesi görevlileri oldu (Nazif ve Şahika hâlâ küs).
Sonra saatin 12’yi geçtiğini ve büyük randevumu ektiğimi hissettim. Yine de güvenlik görevlisine gittim, “benim iş öğleden sonraya kaldı herhalde” dedim, uzun boylu olduğu kadar sert de görünüşlü güvenlik görevlisi “kâtip beyler, avukatlarla öğleden sonra da 15.30 ile 17.00 arasında görüşüyor” dedi.
Değişik işler…