“Geçen sayıda “Mercek” köşesini yazmak bana düşmüştü. Bu sayıda da öyle olunca bir önceki yazıdan devam etme ihtiyacı duydum. “Daha Neler Göreceğiz Dememek İçin” başlığını kullandığım bir önceki makalede, gericiliğin önünü açan uygulamalardan, İstanbul kanalına, asgari ücret kararından, üniversite öğrencilerinin geleceksizliğine kadar birçok konuya değinmeye çalışmış, makalenin sonunu “Daha neler göreceğiz?” dememek için, merceği gördüklerimize değil gördüklerimizi değiştirme gücüne sahip olan yegâne güce çevirmek gerekiyor artık. Kendimize, emekçilere, gençlere, kadınlara… Çünkü biliyoruz ki; halkın bu karanlığa karşı güçlenmesi için de, güçlendiğinde asla tekrar geriye düşmemesi için de bu merceği elinden bırakmamış hukukçulara ihtiyacı olacak…” cümlesi ile sonlandırmıştım. Aradan geçen iki aydan sonra “nerede kalmıştık” demek farz oldu desem yeridir. Gezi Davasından başlayalım. Nerede Kalmıştık?”
Yukarıdaki metin, pandemi engeline takılmasaydı basılacak olan dergimizin, mercek köşesi için hazırladığım makalenin giriş bölümünü oluşturacaktı. Başlığı da aynı olmak üzere hiçbir değişiklik yapmadan devam etmemek için hiçbir neden yok. Zira makaleye dönüp baktığımda Gezi Davası’ndan, Suriye’deki savaşa, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tutuklanmasından “AKP’nin yeni hukukuna” değinmelerin olduğu metne şimdi koskoca bir “Korona ile imtihanımız” eklenmiş olacak.
Başlayalım o halde…
COVİD- 19 kelimesini birçoğumuz bu virüs kapımıza dayandığında duyduk. Geliyor, yaklaşıyor, çok az kaldı haberlerine şahsım olarak, çok itibar etmemiş olmanın pişmanlığını yaşayacak kadar zaman bile geçmedi desem yeridir. Önce okullar kapandı, ardından hep beraber iki buçuk ay kadar evlere kapandık. Kapandık, kapandık ama, hem hukuk, hem siyasal hem de toplumsal alana çekilmiş birçok örtü de hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde açıldı.
Bu satırları bize, işte açılan bu örtüler ve altından çıkan tartışılmaz gerçekler yazdırdı…
Pandeminin din, dil, ırk ve sınıf ayrımı gözetmediği yönünde açıklamalar okuduk önce. İlk bakışta virüsün acımasızlığını, sinsiliğini anlatırken ihtiyaç duyulan bir cümle gibi düşünülse de, virüsten daha acımasız ve sinsi başka gerçeklerin üstünün örtüldüğü kısa bir zamanda açığa çıktı. İlk örtü işte böyle açıldı. Evde kalamayan, çarklar dönsün diye fabrikalarda hiç zorunlu olmamasına rağmen çalıştırılan; bu nedenle koronaya yakalanan, sokağa çıkma yasağında dahi çalıştırılıp, korona nedeniyle olmasa da iş kazasında hayatını kaybeden, test yaptırmanın bile ilk zamanlarda kara borsasının kurulduğu, özel hastanelerde (pandemi hastanesi haline gelseler dahi) lüks hasta odalarının rezerve edildiği bu iki buçuk ayda, toplum evde kalanlar ve kalamayanlar olarak ikiye ayrıldı diyebiliriz. Evde kalanlar da kendi aralarında ikiye ayrıldı. Evde çalışmak zorunda bırakılanlar, bir de hayatı evlerine gerçekten sığdırabilenler. Evde kalamayanlar arasında ise bir ayrım yapmamız ise gereksiz. Çarkların dönmesi için ölümü göze almak mecburiyetinde bırakılanlar, en önce hayatını kaybedenler yani evde kalabilselerdi belki hayatta olacak olanlarımız.
Virüs çok net ki; din, dil, ırk olmasa da sınıf ayrımı gözetiyor, nerdeyse önüne atılan emekçilerin canlarını alıyordu. Bu durum çok çabuk açığa çıkmaya başladığı zamanlarda bir tır şoförü, “ Bizi virüs değil, bu düzeniniz öldürüyor” diyerek yayınladığı videosundan sonra apar topar gözaltına alındı. Ardından da işinden edildi. Pandemi hukuku, önce ceza kısmından işe başladı dersek yeridir.
AKP, yaratmış olduğu yeni hukukun pandemi sayfasına, tır şoförüne ek olarak, Devletin vatandaşından IBAN istemesini eleştiren gazeteci Hakan Aygün’ün tutuklanması, Gazeteci ve televizyoncu Fatih Portakal’a twitter paylaşımından dolayı soruşturma başlatılması gibi örneklere yine pandemi nedeniyle sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek yapılan gözaltılar eklendi. Son olarak bu satırlar yazıldığında, maliyeti Cumhurbaşkanlığınca karşılanan “Yeditepe Konserleri” hakkında olumsuz haber ve yorum yapanlar hakkında soruşturma başlatılacağı açıklamalarından da görüldüğü gibi, AKP eline aldığı hukuk sopasını pandemi süresinde en fazla ifade özgürlüğüne sallamış oldu.
Bunlarla da bitmiyor ne yazık ki, siyasi iktidarın almış olduğunu söylediği ekonomik tedbirlere yakından bakıldığında çok açık bir “pandemi fırsatçılığı” yapıldığını söyleyebiliriz. İnfaz yasasındaki düzenlemelerin tam olarak bu döneme denk getirilmesi hiç de tesadüf değildi. İş hukuku alanındaki düzenlemeler, işçiyi değil, işvereni korudu. İşten çıkarmanın yasaklandığı; ancak fiili işsizlik anlamına gelen ücretsiz iznin önünün açıldığını, YKS tarihinin bir öne bir geriye sarılıp son olarak, otel patronlarının çıkarları doğrultusunda yaz tatili dönemini daha da uzatmak amacıyla erkene alındığını, normalleşeme adımına ilk olarak AVM’lerin açılmasıyla başlandığı aklımıza gelen ilk örnekler.
Normalleşme demişken…
Bilim insanlarının uyarılarına rağmen, hayat, kaldığı yerden eski normali ile akmaya başladı. BununbaşınıdaelbettekiAKPçektidiyebiliriz. Kayyum atamalarına kaldığı yerden devam eden AKP, meclis açılır açılmaz hukuksuz bir şekilde üç milletvekilinin vekilliklerinin düşürülmesi meselesini geleceğe devretmedi. Şimdi, meclisin gündeminde baroların yapısını değiştirme, seçim sistemindeki değişiklikler var. Kuşkusuz bu adımlar, pandemi ve onun siyasi sonuçları ile AKP’nin daha rahat baş etmesi için atılıyor. Artan işsizlik, yoksulluk, hatta sosyal medya paylaşımlarına yansıyan açlık ve sefalet karşısında AKP’nin ekonomik bir reçetesi de bulunmuyor. Kıdem tazminatı, meslek odalarına müdahale, seçim sistemi değişikliklerine paralel olarak AKP, özellikle gazeteciler ve siyasiler üzerindeki baskıyı çok daha fazla artırarak pandemi sonrasına hazırlanıyor da diyebiliriz.
Nerede kalmıştık?
İşte en son kaldığımız yerden daha beterinde. Daha Neler Göreceğiz?
En son gördüğümüzü yaratan nedenleri yok etmediğimizde pandeminin bile yanında sevimli kalacağı başka felaketleri.
Demek ki değiştirmek gerek.
Kapitalizmin, insanlığın yaşadığı felaketleri yok edecek bir gücünün olmadığı, bu felaketleri bir fırsata çevirdiği, halkın sağlığı ile istediği gibi oynayabildiğini pandemi nedeniyle açılan örtülerden bir kez daha görmedik mi?
Bir kez daha görüp inanmak için başka bir felaket mi bekleyeceğiz?
İşte bundan daha büyük felaket olamaz!