16 Nisan 2017 tarihli Anayasa referandumunda çok az farkla başkanlık sistemi kabul edilmişti. Sistemsel değişiklik sonrasında yapılacak ilk cumhurbaşkanlığı ve milletvekilli seçimlerinin de Kasım 2019’da olacağı kararlaştırılmıştı.
Ne var ki, iktidara yakın yazar ve hükümet yetkililerinin aksini iddia eden açıklamalarına rağmen, ekonomik belirsizlikler ile dış siyasetteki değişimler sebebiyle başkanlık sistemine geçiş sürecinin hızlandırılması için iktidar tarafından erken seçime gidileceği öngörülüyordu. Keza AKP, referandumda zorlanmıştı ve tekrar 7 Haziran seçimlerindeki gibi bir sürprizle de karşılaşmak istemiyordu.
AKP’de metal yorgunluğu, AKP-MHP ittifak görüşmeleri, Afrin ve ABD’nin Suriye operasyonu derken 13 Mart’ta AKP ve MHP’nin oylarıyla 26 maddelik seçimlere ilişkin teklif, 20 Nisan’da ise erken seçim kararı Meclis’ten hızlıca geçti.
Söz konusu 26 maddenin temelini ‘ittifak’ oluşturuyor. Kanun uyarınca seçime girme yeterliliğini sağlayan partiler seçimlere ittifak yaparak girebilecek ya da ittifaka dahil olmadan başka bir partinin listesinden milletvekili adaylarını gösterebilecekler. İttifak yapan partilerin aldıkları geçerli oyların toplamının yüzde 10’u geçmesi halinde, bu siyasi partilerin her biri de barajı geçmiş olacak.
Kanunun diğer maddeleriyle de iktidar, işini şansa bırakmadığını gösteriyor. Aynı binada oturanların farklı sandıklarda oy kullanmalarının YSK’nın yetkisine verilmesi, sandık kurulu başkanlarının kamu görevlileri arasından atanacak olması, her iki oy pusulasının tek zarfa konması, sandık kurulu mührü bulunmamasına rağmen filigran, amblem ve ilçe seçim kurulu mührü bulunan zarfların geçerli sayılması gibi hükümlerle seçim güvenliği neredeyse tamamıyla iktidarın kontrolü altına giriyor ve seçmenin denetimi ortadan kalkıyor. Bir de bunlarla birlikte bu seçimlerde OHAL’in varlığını unutmamak gerekiyor.
***
Şimdiden şaibelere açık olan ve meşruiyeti sorgulanması gereken bu seçimlere muhalefet ise, erken seçim kararını tanımamak bir yana, “hodri meydan” deyip koşarak seçim çalışmalarına ve ittifak görüşmelerine başladı. Kim kiminle ittifak yapacak, kim hangi partiden aday olacak tartışmaları gündeme oturdu.
Sonuç olarak, AKP-MHP-BBP’nin Cumhur ittifakı ve CHP-İP-SP-DP’nin Millet İttifakı’yla seçime gidiyoruz. Bu yazı kaleme alınırken HDP’nin ise diğer Kürt partileriyle yaptığı ittifak görüşmelerinin sonuçsuz kaldığı basına yansıdı.
Bununla birlikte, uygulanan %10 barajı ve YSK tarafından seçim örgütlenmesine son anda getirilen ve bazılarının hiçbir hukuki dayanağı olmayan koşullar sebebiyle sosyalist partiler bu seçimlere giremiyor.
***
Tüm bu tabloya bakıldığında, seçimlerin nasıl geçeceğini tahmin etmek zor değil.
Seçimlere yönelik şimdiden söylenebilecek tek sonuç kim cumhurbaşkanı olursa olsun ya da milletvekili dağılımı Meclis’te nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin, başkanlık sisteminin tamamıyla meşruluğunu sağlamış ve yerleşmiş olacağıdır. Buradan geri dönüş olasılığı ise zordur. Bu zorluk, muhalefetin söylemlerindeki başkanlık sisteminin “yumuşatılması”, kimi yetkilerin meclise iade edilmesi, şekli olarak meclise dönülmesiyle de ilgili değildir. Zorluk, güçlü merkezi yönetimlere yönelimin, Türkiye’yle sınırlı olmayıp tüm dünyada sermayenin talepleriyle uyum içerisinde olmasıdır.
Sermaye sınıfının bu talebi ise, esas olarak güçlü merkezi yönetimlerin, sermayenin daha rahat hareket edebileceği yerelleşmenin önünü açmanın ve yerel yönetimlere daha fazla yetkinin tanınmasının ilk adımı olmasıyla ilgilidir.
15 Mayıs’ta TOBB’un 74. Genel Kurulu’nda yeniden seçilen TOBB başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun buradaki konuşmasında “Biz de iş ve yatırım ortamı önündeki engelleri tespit edip, hükümetimizle birlikte kaldırdık. En çok şikâyet ettiğimiz konu olan, istihdam maliyetlerinin düşürülmesini sağladık. İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık (…) Büyük sıkıntı yaşadığımız bir başka alan, yargı sistemiydi. Özellikle iş mahkemelerindeki davalarda, işveren yüzde 99 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere, zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık.” açıklamaları, aslında sermayenin neden güçlü merkezi yönetimleri istediğini açıkça gösteriyor.
Öyleyse asıl olarak tartışılması gereken 24 Haziran seçimleri ve seçimlere sıkıştırılmış argümanlar değil, bu seçimler sonucu daha da yerleşecek olan sisteme karşı neler yapılabileceğidir. Bu tartışmaların içinde emekten, eşitlikten ve adaletten yana yeni bir cumhuriyet için mücadele ve mücadelenin sınıfsal perspektifle nasıl ele alınacağı da mutlaka yer alacaktır.