Covid-19 salgını nedeni ile hiç vazgeçemeyeceğimizi düşündüğümüz birçok şey seyreldi hayatımızdan. Önceleri sandık ki; sadece bir süreliğine konserlerden, sinemadan, tiyatrodan, kutlamalardan, uğurlamalardan mahrum kalacağız. Ancak üç haftalık kapanma süreciyle gördük ki, meğer içki, tarak, ped, kozmetik, oyuncak vs. gibi birçok şeyden de bir süreliğine mahrum bırakılacakmışız.
Siyasi iktidarın, tüm salgın sürecinde, aşı temininden, normalleşme uygulamalarına, ekonomi boyutundan, hukuksal süreçlere kadar birçok başlıkta atılan adımların kaotik bir yanı bulunduğunu söyleyebiliriz.
Aşı geliyor mu? Ne kadar geldi? Neden hâlâ gelmedi? Kimler sokağa çıkabiliyor, uçuşlar yasak mı? Semt pazarları nerede ve nasıl açılacak? Duruşmalar var mı yok mu? Uzatılabilir.
Ancak sadece tek bir yasağa, içki yasaklarına yakından bakarak, başka bir örneğe dahi ihtiyaç duymadan halk için kaotik olanın siyasi iktidar için kendi siyasi ihtiyaçları açısından bir netlik barındırdığını söylemek mümkün. Bu örneğe bakarak, salgın yönetimini, genelgeler ile sürdürmenin bir yol olarak tercih edilmesi ile anayasal haklar normlar hiyerarşisinde en alta serilince, virüsün değil, halk sağlığı ve yurttaşın haklarının yok edildiği açıkça görülüyor.
Son kısıtlamalar ile birlikte sadece hafta sonu değil tüm kapanma sürecinde içki satılmasının yasak olduğunun bildirilmesi üzerine, önce Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken bir açıklama yapmış, tam kapanmada uygulanacak olan alkol yasağıyla ilgili olarak, İçişleri Bakanlığı genelgesinde herhangi bir yasak olmadığı için alkollü içki satışına devam edileceğini söylemişti. Bu açıklama pandemi dönemindeki hukuksuz uygulamaların tanınmadığını belirtmesi açısından önemli bir örnek olarak tarihe geçti ve ardı da geldi. Türkiye Tekel Bayileri Platformu (TTBP) Başkanı Özgür Aybaş’ın çağrısı ile içki satışı yasağını tanımayacağını söyleyen bazı tekel bayileri gördükleri baskıya rağmen içki satışını gerçekleştirdiler. Ceza kesilmesine karşı hukuki destek ağları da bayilerin yanında durunca İçişleri Bakanlığının genelgelerde olmayan ama sözlü talimata dayanan uygulamaları toplumsal bir mücadelenin de konusu hâline dönüştü.
Süleyman Soylu’nun bu mücadele karşısında kelimenin tam anlamı ile “çevir kazı yanmasın” uğraşında olması bir işe yaramadı. Zira, kaz sadece yanmakla kalmadı, yanık kokusu tüm ülkeyi sardı.
Süleyman Soylu önce, içkinin sosyal mesafeyi azaltan bir etkisi olduğunu söyledi. Barların ve içkili restoranların zaten kapalı olduğunu hatırlayacak olmalı ki ardından yasağın dayanağını bayiler ile marketler arasındaki haksız rekabete, daha sonra Avrupa’daki uygulamalara, son olarak da Dünya Sağlık Örgütü önerilerine getirdi. Bu röportajı yapan gazeteciyi dahi ikna ettiğini sanmasak da, AKP’nin özellikle içki yasağı konusunda, bir uygulamaya halkın ikna edilmesinden daha çok “vur kaç” yöntemi ile bunu da genelgeler düzeni ile yaparak siyasi bir rant gözettiği bir sır değil.
Her ne kadar bu yasağın özel hayata bir müdahale olduğu, özel yaşamın ve temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı ve bunun Anayasaya aykırı olduğu açık olsa da burada gerçek müdahale kamusal alana, cumhuriyetin temel ilkelerinden olan laiklik ilkesinedir.
Zira, AKP’li siyasetçilerden bazılarının, yasak ile Ramazan ayı ihtiyaçları ile bağ kurmaktan çekinmemesi, alınacak ve satılacak ürünlerin pandemiyi fırsat bilerek, dini referanslar ile belirlenmesi normalleşme sürecine girmek için başka bir normalleşmeye daha doğrusu “normalleştirmeyi” aradan çıkarmak istediğini görebiliriz.
Bu, en temel düzenlemelerin, Başkanlık kararları ve genelgeler ile yapılmasını “normalleştime” çabasıdır.
Bu, toplumsal ve özel yaşama müdahaleyi kendi makbulüne göre ayarlamayı “normalleştirme” adımlarıdır.
İktidarın pandemi döneminde dahi devam eden haksızlığı ve hukuksuzluğu normalleştirme çabalarının bertarafı ise, adaletten ve emekten yana yeni bir cumhuriyet mücadelesi olmadan mümkün olmayacaktır.