İşçi avukatlık artık hayatımızın bir gerçeği hâline geldi. Ülkemizde toplumsal düzeni ve ideolojiyi yeniden üreten hukuk gibi üst yapı kurumunun profesyonellerinden biri olan avukatların sınıfsal konumları giderek değişiyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bu dönüşüm daha önce yaşanıp tamamlansa da bizim gibi sermaye birikimi geç oluşan, buna binaen geç kapitalistleşen ülkelerde avukatlar küçük burjuva olan konumlarını kaybederek işçileşiyor. Yazımızın ana gövdesini artan hukuk fakülteleri ve verilen binlerce mezunun da yer aldığı yedek sanayi ordusu oluşturacaktır. Yazı boyunca açıklamalar ve değerlendirmeler Marksist ekonomi politiğin kategori ve kavramları ile yapılacaktır. Yazının amacı alanda gittikçe fazla tartışılıp anlaşılmaya muhtaç olan işçi avukatlık meselesine Marksist açıdan bir çözümleme yaparak ve akabinde bunu hukukçular arasında da tartışılır hâle getirmektir.
Sermaye birikimi ve yedek sanayi ordusu
Kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde -feodal, antik, köleci vb.- nüfus baskısı arızi biçimdedir. Bu üretim biçimlerinde, nüfus baskısı zorunlu göç gibi uygulamalarla ortadan kaldırılmaya çalışılır ya da bu nüfus baskısı, üretim ilişkilerini değişime zorlar. Ancak kapitalizme geldiğimizde ise bu nüfus baskısı yeniden üretilir. Kapitalizm ile birlikte emek üretkenliği muazzam derecede artmıştır. Öyle ki diğer üretim biçimleri ile kıyaslanamayacak durumdadır. Bu denli emek üretkenliği ve üretimin olduğu yerde her insan yaşamak için gerekli geçim araçlarına ulaşamaz. Sermaye oluştuktan sonra varlığını sürdürmesi için mülksüzleşmiş emekçiler sınıfına ihtiyaç duyar. Bu kişiler üretim ve geçim araçlarından yoksun, emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan kişi, yani işçidir. İşçinin emek gücünü satın alan ve üretim araç ve gereçlerinin mülkiyetini elinde bulunduran kişi de kapitalisttir. İkisi de birbirinin varlık kaynağıdır.
Sermayenin ilkel birikim sürecinden sonra yani üretim araç ve gereçlerinin sermaye hâline geldiği, üreticileri de mülksüz hale getiren süreçten sonra sermaye ihtiyaç duyduğu emek arzını kendisi yaratmak zorundadır. Burada biraz sermaye birikimini açmakta fayda var. Üretim sürecinde yaratılan artı değer1 kendini gerçekleştirdikten sonra ana sermayeye eklenir veya bağımsız bir sermaye olarak biçim alır. Kapitalistin üretim sürecinde piyasada hazır bulduğu makineler, ham maddeler gibi üretim araçlarının yanında emek gücünü, yani işçiyi de hazır bulması gerekir. Sermaye devamlı olarak büyüme eğilimlidir. Büyüme sırasında da sermayesini harekete geçirecek emek gücüne ihtiyacı vardır. Üretim araçlarını ve hammadde gibi malzemeleri piyasada hazır bulur, çünkü bunlar diğer kapitalistler tarafından üretilmişlerdir. Emek-güçlerini satamadıkları için ücret alamadıkları halde, onu satışa hazır hâlde tutabilmek için gerekli minimum geçim araçlarına ulaşanlar var oldukça kapitalistlerin ellerinin altında hazır emek gücü bulunur. Bu minimum geçim araçlarını elde etmelerinde de kolektif sermaye dediğimiz devletin önemli bir rolü vardır. Yardım gibi mekanizmalarla bunların geçim araçlarına ulaşmalarını bir parça sağlarlar. Aslında makarna ve kömür dağıtılması bir anlamıyla da buraya tekabül eder. Velhasıl sermaye birikiminin zorunlu koşulu olan ve pazarda hazır bulunmak zorunda olan mülksüzleştirilmiş bu toplum kesimine “nispi aşırı nüfus”, başka bir ifade ile “yedek sanayi ordusu” denir. Burada hemen faal emek ordusu kavramını da açıklayarak devam edelim. Faal emek ordusu, sermaye birikim koşulları ve kapitalizmin çevrimsel karakteri dikkate alındığında en az bir tam çevrim döneminde aynı işini koruyan kesimdir. Kapitalizm doğrusal bir birikim seyri izlemez. Çevrimsel bir döngü ile adeta bir spiral hareketle ilerler. Bu hareketler canlanma, gönenç (refah), kriz ve durgunluk şeklinde dönemlerdir. Bir çevrim bu dört dönemi de kapsar.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 38. sayısında okuyabilirsiniz.