“…eleştiri yapmayan yargıçlardan toplum ve devlet yararlanamaz.”
(Almanya Federal İdare Mahkemesi kararından)
Giriş
Cumhuriyetin 100. yaşına ulaştığımız bugünlerde, ülkemizde yargı alanında yeterli ve sağlıklı bir örgütlenmeden söz edebilme olanağı bulunmamaktadır. Gelinen bu aşamada, özellikle siyasi iktidarın yargıya bakış açısındaki çarpıklık ve ona egemen olma ihtirası nedeniyle gelecek için de umutlu olmak zor görünmektedir. Bunun birkaç farklı nedeni olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Öncelikle yasal nedenlerden söz etmek gerekirse, 2000’li yıllara kadar, yasal çerçeve içinde bir yargı örgütlenmesinden bahsetmek olanağı bulunmadığı gibi, bizzat yargının içinde veya dışında hiç kimsenin yargıda örgütlenme ile ilgili bırakalım önerisini, düşüncesi olduğunu ileri sürmek bile olası görünmemektedir. Anayasal ve yasal düzenlemelerde, hâkimlerin (ve oldukça yakın yasal statüleri nedeniyle savcıların!) dernek, sendika, vakıf gibi örgütler kurmalarına dair hükümler bulunmadığı bir yana, kurulmuş olan bu tür örgütlere katılmaları da mümkün değildi. Öte yandan, ülkemizde gerçek anlamında bir yargı bağımsızlığından söz edilemediği için, yargıç ve savcıların kendiliklerinden örgütlenme çabasına girmeleri de beklenemezdi. Hele ki yargıç ve savcılar açısından ifade özgürlüğünden söz etmek hiç kimsenin düşündüğü bir şey değildi. Hatta, hâkim ve savcıların, görev alanları ile bağlantılı olsa bile, basına açıklama yapmaları, gazete, dergi ve sosyal medyada yazı yazmaları, bir şekilde görüşlerini açıklamaları, zamanın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından disiplin soruşturmalarına konu edilmesine neden oluyordu. Yasal çerçeve bu durumda iken örgütlenme ve özgürlüğünden söz etmek bir anlam taşımıyordu.
Diğer taraftan, hâkimlik-savcılık mesleğini seçen meslek mensuplarının kişilikleri, yetişme şekilleri, aldıkları meslek içi ve dışı eğitimler, mesleğin oldukça dışa kapalı ve asosyal bir biçime dönüşmesine neden oluyordu. Özellikle memur zihniyetli, devletin korunması ve kollanması gerektiği ön yargısı ile yönlendirilmiş, hak ve özgürlükler konusunda duyarlılığı alt düzeyde bir kitle oluşturulduğu gibi, içine kapanık bir toplumsal yaşam tercihine zorlanmış hâkim ve savcıların örgütlenme özgürlüğünü benimseyip bu yolda adım atmaları son derece zordu. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, meslek mensuplarına sahip çıkarak onlara hak ve özgürlükleri kullanmak doğrultusunda cesaretlendirme yapması gerekirken, tam aksine Kurul, en basit özgürlük kullanımını bile disiplin cezası ile bastırma yöntemini kullanıyordu. Böylelikle tümüyle içe dönük bir yargı sistemi geliştiği için, örgütlenme ve temel hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda dünya ölçeğindeki gelişmelerden de bilgi sahibi olunmuyordu.
Oysa bırakın Avrupa ülkeleri, Latin Amerika ve ABD’yi, kimi Afrika ülkelerinde bile yargıçların ifade özgürlüğü ve örgütler kurmaları yolunda önemli adımlar atılıyordu. Bazı Avrupa ülkelerinde daha 1900’lü yılların başlarında yargıç örgütleri ortaya çıkmıştı bile. Avusturya ve Norveç gibi ülkelerde 1907 yılında kurulmuş dernek niteliğinde yargı örgütleri bulunmaktaydı.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 40. sayısında okuyabilirsiniz.