Giriş
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 2023/12611 E, 2023/6359 K sayılı ve 28.09.2023 tarihli kararı ile Gezi Parkı Davası’nın temyiz incelemesini tamamlamış oldu ve davanın bir kısım sanığının TCK m. 312 hükmünde tanımlı “Hükûmete Karşı Suç”1 nedeniyle cezalandırılmalarını onadı. 2017 yılında tamamladığım yüksek lisans tez konum, “Türk Ceza Kanunu’nda Hükûmete Karşı Suç” başlığını taşımaktaydı ve bu suç tipini ayrıntılı bir şekilde incelemiştim. Tezimi, yine TCK m. 312 bağlamında yargılamaların söz konusu olduğu Ergenekon ve Balyoz davalarının artık kamuoyunda pejoratif bir biçimde değerlendirildiği ve bu davaların çökmüş olduğu bir dönemde kaleme almıştım. Bugün ise Türkiye politik tarihinin en önemli olayları arasında yer alan Gezi Parkı eylemlerinin bir politik suç davasına dönüştürülmüş haline dair Yargıtay kararını değerlendirmeyi, TCK m. 312 hükmüne dair bir tez hazırlamış biri olarak sorumluluğum olarak görüyorum.
Çalışma alanı itibariyle politik ceza hukukuna yoğunlaşmış bir ceza hukukçusu olarak, politik suçların yalnızca ceza hukuku gözlüğü ile kavranamayacağının bilincindeyim. Politik ceza hukukuna dair bir değerlendirme, politika ve ceza hukuku kolonlarının birlikteliği ile tam olarak başarıya ulaşır. Bununla birlikte kimi hallerde ya da kimi sebeplerle, tıpkı bu yazıda olduğu gibi, meselenin politik yönüne yer vermeyerek konunun bütünüyle teknik ceza hukuku yönünden ele alınması gerekebilir. Politik ceza hukukunda politika ve ceza hukuku ilişkisine dair açıklamalarımızı somutlaştırmak bakımından, Türkiye’de politik ceza hukukuna dair en başarılı eserleri vermiş merhum Çetin Özek’in alana dair kült eserindeki önsözünden bir kısmı paylaşmak, yararlı olacaktır.2
“Politik çıkmazları çok olan az gelişmiş bir ülke hukukçusunun, hukuk açısından bu politik sorunlara eğilmesini ve belirli bir dünya görüşü açısından bunlara ışık tutmaya çalışmasını zorunlu saymaktayız.
Politik sorunlar üzerinde düşünen hukukçu, politika yapmamakta, politikaya bilimin verilerini uygulamaktadır. Kaldı ki politikadan korkmak için de hiçbir sebep yoktur. Toplumla ilgisini kesip birtakım kuru kanun maddeleri üzerinde spekülasyon yapmakla yetinen bir hukukçu az gelişmiş bir ülkenin aydını olmak sorumluluğunu yüklenememiş kimse anlamına gelmektedir. Ceza hukuku, ancak ülkenin politik ve toplumsal çıkmazları içinde, Anayasa, özgürlük, kişi hakları gibi konularla ilgili olarak dinamik bir açıdan ele alındığında toplumsal gelişim için yararlı olabilecektir. Sunduğumuz bu mütevazı çalışmamızda da, siyaset bilimine dayanan bir ceza hukuku tezi hazırlamaya çaba gösterdik, tezin planını bu açıdan düzenledik. Daha doğrusu bu açıdan düzenlemeye çalıştık. İncelemenin tez olarak hazırlanması, Fakülte tarafından resmen yayınlanacak olması, incelemeyi yine de bir ölçüde teknik ve kuru bir hukuk kitabı niteliğinde bıraktı. Biz ihtilalleri cezalandıran kanun maddeleri kadar, ihtilallerin sebep ve neticelerini de, benimsediğimiz dünya görüşü ışığında açıklamaya çalışmak isterdik. Eğer kitabımızı kendimiz bastırabilmek imkânlarına sahip olabilseydik, konuları daha bir dileğimizce, toplumsal nedenlere ve çözüm yollarına eğilerek kaleme alabilir, teknisyen bir hukukçu durumuna düşmezdik. Gönlümüzce bir çalışmayı gerçekleştirememekten dolayı üzgünüz. Gelecek mutlu günlere olan güvenimiz bu konudaki üzüntümüzü dindiren tek neden oluyor şimdilik.”
Bu yazıda, Yargıtay’ın Gezi Parkı Davası kararının ceza hukuku yönünden ne denli sorunlu olduğu izah edilecektir. Davanın politik yönüne dair de ayrıntılı değerlendirmelerin yakın zamanda çıkmasını öngörüyorum ya da bekliyorum.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 40. sayısında okuyabilirsiniz.