Söyleşi: “Uluslararası Ceza Hukuku” ve Filistin Meselesi

Rusya – Ukrayna çatışmasında, barış ve demokrasi çığlıkları atanlar, yaşananları soykırım olarak nitelendirenler ve kendi ülkesindeki Rusları Rsuya aleyhine açıklamalarda bulunmaya zorlamaya çalışanlar, İsrail’in Filistin’e dönük saldırısı ve yaptığı katliamlara karşı oldukça sessiz. Sessizliğinin nedeni ise, İsrail’e verdiği destekte kendini gösteriyor. Uluslararası hukukun özneleri olan devletlerin bu olaylar karşısında aldıkları farklı tutumlar ve buna rağmen İsrail’e karşı nelerin yapılabileceği herkesin gündeminde. Biz de Dr. Cemil Ozansü’den bu soruları bizim için yanıtlamasını rica ettik.

“Uluslararası ceza hukuku” formları hukuk mu siyaset mi?

Cemil Ozansü: Soykırım, insanlığa karşı suçlar gibi uluslararası ceza hukukunun core international crimes saydığı fiiller geleneksel ve tipik ceza hukuku enstrümanları değildir. Bunların liberal-laik bir ceza hukuku düzeninin öngördüğü sübjektif-objektif birliği prensibini esas almaları pratikte mümkün olmadığı gibi, ilgili suç tipleri dikkatli bir biçimde incelendiğinde, bunların süper-saik suçları oldukları da hemen tespit edilecektir (saik + alışıldık tipik eylemler = süper politik suç). Birer süper-saik suçu olarak bunlar, aslen hukukun değil etiğin, bu örnekte de politik-etiğin alanına aittirler; başka bir açıdan suç ile günahın birbirine karıştığı yeni tip bir hukukimsi yapıyı tanımlarlar. Uluslararası ceza hukuku ve temel uluslararası suçlar denildiğinde bu yapısal farklılığın her zaman bilincinde olunmalıdır. Şüphesiz bu “suçlar” söz konusu olduğunda da, sıradan-apolitik suçların kanunilik analizinde olduğu gibi tipiklik unsurlarından bahsedilecektir, çünkü bu “suçlar” da bir hukuk gramerine uygun olarak kurulmuşlardır. Fakat bunların barındırdığı yüksek politik töz, ancak tarihsel ölçekte doğru bir biçimde kavranırsa, bu “suçların” hakiki maksatlarına uygun bir biçimde daha fonksiyonel kullanılmaları mümkün olabilir.

Klasik suçlar ve geleneksel ceza hukuku biçimlerinden farklı olarak anılan uluslararası suçlarda meşruiyetin kaynağı devlet egemenliği değildir. Bunun yerine, “uluslararası toplum” adı altında bir soyutlama yapılarak bu kategorinin referans alınması beklenir. Ancak bu “uluslararası toplum” birbiriyle tamamen türdeş öznelerden oluşmadığından, bu soyutlamanın somutlaştığı her uğrakta, yani buradaki inceleme konumuz olan uluslararası ceza hukuku biçimleri bakımından bir ceza hukuku mekanizmasının ortaya çıktığı her uğrakta “uluslararası toplum” soyutlamasının taşıdığı bu sis perdesi dağılır ve birden gerçek güç ilişkileri ve gerçek büyük güçlerin kurduğu ve yürüttüğü mekanizmalar belirginleşir. Başka bir ifadeyle yüksek ahlak değerleri usule döndüğünde ve bir mekanizmada ifade bulmak zorunda kaldıklarında ancak onları taşıyan güçlerin elindeki bir enstrüman olduklarında anlam taşıyabilecekleri görülür. Bu, kesinlikle bir samimiyetsizlik, iç çelişki, riyakarlık vb. gayri-ahlaki bir durum değildir; bilakis uluslararası hukukun ve bilhassa uluslararası ceza hukukunun yalınkat gerçekliğidir. Şu hâlde uluslararası ceza hukuku formlarını fonksiyonel biçimde kullanmak istersek, her zaman ve öncelikle bunların pür politik anlamlar taşıdığını göz önünde bulundurmalıyız.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 40. sayısında okuyabilirsiniz.

print