Deprem, Hukuk ve Hukukçular

Ölesiye çalışarak kazanma hırsı,

                                                                                                   başarı güdüsü ve sahip olma tutkusu,

                                                                                                   ekonomik etkinlikleri insan yaşamının

                                                                                                   ana hedefi ve amacı hâline getirerek,

                                                                                                   insanın doğal yaşamdan ve ahlaki

                                                                                                   değerlerden uzaklaşmasına neden olur.

                                                                                                                           KARL MARX

 

Deprem, kuşkusuz her gün rastlanabilecek yağmur, kar, rüzgâr, fırtına ve benzeri doğa olaylarının ötesinde bir tür felaket olarak algılanan başka bir doğa olayıdır. Yer altındaki veya denizlerin derinliklerindeki fay denilen doğal oluşumların kırılması ve ileri geri hareketleri ile oluştuğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Doğanın kendi olağan mantığı ve devinimi içinde yer alsa da, insanlar üzerindeki olası etkileri çok yıkıcı olabileceğinden, farklı biçimde konumlandırılması normal ve kaçınılmazdır. Her şeyden önce, büyük bir yıkım gücü oluşturma yeteneği nedeniyle kolaylıkla felaket boyutuna ulaşır ve oluşturacağı can ve mal kayıpları insanları doğrudan doğruya etkiler. Ama deprem, aynı zamanda toplumsal bir olaydır. Çünkü, yarattığı sonuçlar itibariyle çok sayıda ve değişik toplumsal sorunlara da yol açar. Büyük miktarda insanın ölümü, yaralanması, binaların yıkılması, insanların konut ve iş yerlerini kaybetmeleri, yüksek ölçekli ekonomik zarar, tarım, sanayi ve ticaretin duraklaması veya çökmesi, kamu hizmetlerinin gerçekleştirilememesi ve hatta tümden yok olması gibi ağırlıklı olarak toplumu doğrudan etkileyen ağır sorunların yaşanmasına neden olur. O hâlde, depreme salt bir doğa olayı olarak bakmak yanıltıcı ve yetersiz bir tutum olur.

İnsanların en temel yaşamsal etkinliklerinden biri de ekonomiye ilişkin olandır. Her insanın kendisi ve ailesi için yaşamını sürdüreceği, her türden yaşamsal gereksinimlerini karşılayacağı bir işi veya mesleği olması zorunludur. Bu yüzden, ekonomik etkinliklerin gerçekleştirilmesinin değişik aşamalarında doğa ile yan yana veya karşı karşıya gelinmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Doğanın kendi düzenine saygılı yaklaşıldığında insanın göreceği zarar asgari düzeyde iken, doğanın küçümsenerek ona zarar verecek şekilde davranılması, her zaman insanın aleyhine sonuçlar doğurmaktadır. Doğaya saygılı davranan ve önlem alan ülkelerde depremin zararlarının çok daha az olduğu yaşananlarla görülmektedir. Fay hattının geçtiği yerlere kentler kurulması, yeni yerleşim alanlarının açılması, kapitalist sistemin bir gereği olarak görülse bile, depremin yarattığı acı sonuçlar bu mantığın sakatlığını açıkça göstermektedir.

Toplumsal düzenin her zaman insanların yararını esas aldığını ileri sürmek olası değildir. Bireysel/kişisel çıkarların her şeyin önüne geçtiği sistemlerde toplumsal yarar daima ikinci plana itilmekte, kamusal çıkarların tatmini daima ikincil olarak ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz deprem olayı özelinde de bu böyle olmaktadır. Ülkemiz özelinde, “yapı sahibi-yüklenici (müteahhit)-denetim şirketi-belediye-bakanlık” örgütlenmesi şeklinde gerçekleşen kentleşme ve yapılaşmanın, toplumsal yarar kavramından hayli uzak bir görüntü verdiği açıkça ortadadır. Bunun doğal sonucu olarak, devlet adına bakanlık ve belediyeler, tamamen sorunlu ve adeta keyfi bir şekilde kentleşme ve yapılaşma uygulamaları geliştirmekte, doğa açısından önceden tespiti olası sakıncalar yokmuş gibi davranılmakta, bilim insanlarının çalışmaları ve uyarıları göz ardı edilmekte, “doğal afet” isimlendirilmesiyle seller, toprak kaymaları, yangınlar ve nihayet depremler, öngörülmez ve kaçınılmaz birer felaket olarak nitelendirilmektedir. Tabii öyle olunca, sosyal düzenin ve insanların kusurları tümüyle arka plana itilmekte, “işin fıtratında olduğu” veya “kader planında bunun yaşandığı” yorumları ile sorumluların saklanması ve kurtarılması yoluna gidilmektedir. Üstelik perde arkasında çok büyük bir rant ekonomisi olduğu da gizlenmektedir. Yukarıda sözü edilen örgütlenme bu rantın en temel bileşeni konumundadır. Normal zamanlarda herkesin yararlandığı bu sistem olağanlaştırılmakta, ancak deprem gerçekleştiğinde gözler önüne çıkmaktadır.

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 39. sayısında okuyabilirsiniz.

print