Geçtiğimiz yıl bu zamanlar her zamanki gibi fakültelerde derslere girip çıkıyor, arkadaşlarımızla görüşüyor, sosyal hayatımızı ve eğitim hayatımızı sürdürüyorduk. O zamanlar dünyada yayılmakta olan bir salgın olduğunu bilsek de bizi sıralarımızdan bu kadar uzun bir süre ayıracağını öngöremiyorduk. Bir gün hepimiz o sıralara son defa oturduk, son dersimize girdik, son teneffüste dostlarımızla bahçede son çayımızı içtik. Sonrası herkesin bildiği üzere, bir gece ansızın eğitime ara verildiğini öğrendik. Bu sırada yurtta kalan birçok öğrenci, aile evine, üç haftalık ara verildiğini düşünerek eşyalarını, kitaplarını kaldığı öğrenci yurdunda bırakarak gitti. Bazı yurtlar, öğrenciler acele ile kapı dışarı edilerek karantina yurdu haline getirildi. Şehirlerarası ulaşım yasaklarının uygulanmasıyla öğrenciler kitaplarını ve kişisel eşyalarını alamadı. Zaten karantinadakilerin yerleştirildiği yurtlarda bu eşyaların çoğu ya zarar gördü ya da izinsizce bir odada istiflenirken kayboldu. Özel yurtlar ise ödeme almaya devam ederek öğrencilerin kalamadığı bu süreçten faydalandı.
Eğitime verilen üç haftalık ara sonrası uzaktan eğitim kararı ile belirsiz ve yönetimsiz bir süreçle karşı karşıya kaldık. Öğrenciler olarak toplumdaki eşitsizliği çok daha derin bir şekilde hissettiğimiz bu dönemde ülkede yaşanan ekonomik krizden etkilenen, öğrenci evinde kalan birçok üniversite öğrencisi, evini boşaltmak zorunda kaldı. Yurtlar ise bir daha hukuk öğrencilerine açılmadı. Her ne kadar 21. yüzyılda yaşıyor olsak da Türkiye’de birçok insan bilgisayara, internete ve rahatça ders çalışabileceği özel bir alana sahip değil. Bir de üzerine bilgisayar ve internet fiyatlarının artmasıyla eğitime ulaşım daha da güç bir hal aldı. Bazı öğrenciler ailelerinin ev, iş, tarım gibi alanlardaki işlerine yardımcı olmak zorunda olduğu için fiziki eğitimin olmadığı dönemi çalışarak ve uzaktan eğitime aktif katılamayarak geçirmek zorunda kaldı.
***
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 30. sayısında okuyabilirsiniz.