Kasım ayı, biz hukukçular açısından büyük bir kayıpla geldi. İstanbul Üniversitesi’nin efsanevi medeni hukuk hocası Rona Serozan, 6 Kasım 2018 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Hocamızı 8 Kasım günü, İstanbul Üniversitesi’nde meslektaşları, uygulamacılar ve öğrencilerinden oluşan büyük bir kalabalığın katıldığı bir merasimle uğurladık.
Rona Serozan, kendisini ders kitaplarından ve medeni hukukun çeşitli alanlarında yazdığı monografilerden tanıyanlar için; sözünü ve fikrini açıkça söyleyen, özellikle ders kitaplarındaki dil kullanımı ile sağlam bir sistematik insanı idi. Onu aynı zamanda medeni hukukun çeşitli alanlarında yazdığı polemik yazılarından1 da tanırdık ve karşı görüşlerinde son derece ısrarcı ve hatta “sert” olduğunu dabilirdik. Bu sertliğin altında yatan, medeni hukuk perspektifinde daha zayıf olanın, söz gelimi çocuğun yahut topraksız köylünün korunması zemininde belirlenmiş sabit bir konum ve tutum idi. Bu tutum ise elbette medeni hukukun temellerini hiçbir zaman özel mülkiyet ve sınıflı toplumlarla bağlantılandırmaksızın anlatmayan Hoca’nın Marksist dünya görüşünün gereği idi.
Evet, Rona Hoca Marksistti ve bu onun için bir kimlik meselesi değil; öncelikle dünyayı, daha sonra ise dokunduğu kişileri dönüştürmenin bir yöntemi idi. 70’li yılların başında medeni hukuk çalışmaları dışında, öğrenci derneklerinin siyasetle iştigaline, sıkıyönetime, yasacılığa ilişkin yazılar yazıyordu. Bu dönemden kalan ve “Hukukun Sefaleti” adını taşıyan makalesinde “Yasa egemenliği masalı, burjuvazinin bir başka açıdan da çıkarlarına hizmet edegelmiştir. Kapitalizm, feodalitedeki ‘kişisel’ egemenlik ve sömürüyü ‘sınıfsal’ bir kisveye bürüdükten sonra, bu sınıfsal egemenlik ve sömürüsünü objektif- soyut yasa egemenliği siperinde saklama olanağı da bulmuştur. Kulun kula egemenliği, yasanın kula egemenliği gibi görünmektedir artık.”2 ifadelerinde apaçık kendini gösteren konum alışı, meslek hayatı boyunca sürdürdü.
Pek çok meslektaşının aksine hukuka disiplinler arası, bütünsel bir bakış geliştirmiş olan Rona Serozan, 1402 sayılı yasa pek çok meslektaşı gibi kendisini de vurduğunda, altı yıl boyunca öğrencilerinden uzak kalmıştı. Bu süreçte onu Türkçe ve Almanca yaptığı yayınlarda Türkiye’deki askeri rejimi ve yeni anayasa çalışmalarını şiddetle eleştirirken gördü hukuk dünyası. Serozan’ın bahsettiğimiz sert duruşu, hukukun gadre uğrattığı süjeleri savunurken ise bambaşka bir hâl alır, nerede ihtiyaç içinde bir hak alanı tespit ettiyse kalemini doğrudan oraya yönelterek korumacı öneriler getirirdi. Çocukların yanı sıra işçiler de grev hakkı ve Almanya’da yaşadıkları sorunlar bağlamında, onun için korunma gereksinimini en çok duyan toplum kesimleriydi.
Rona Hoca’yı tanıma şansına sahip olmuş olanların içinde belki de onun içindeki bu yumuşaklığı en iyi sezmiş olanlar öğrencileridir. Rona Serozan, ders kitabı yazma üslubunu ders anlatırken de muhafaza eder, her soruya ayrı ayrı ve ciddiyetle cevap verirdi. Öğrenci gruplarının top lantı taleplerini kırmaz, onları odasında ağırlar ve zarif üslubuyla uzun değerlendirmeler yaparak belki de üniversitenin asıl vazifesini tek başına üstlenirdi. İlerleyen yaşı ve hastalığı, onu davranış tarzından asla alıkoymadı.
1970’li yıllarda, “Devlet ve Hukuk Üzerine” başlığı ile derlediği ve Marksist hukuk çalışmaları açısından önemli bir yere sahip olan kitabı, Rona Serozan’ın bize bıraktığı mirasın çok önemli bir parçasıdır. Kitap için Marx ve Engels’in eserlerinden seçtiği metinleri bizzat çeviren Hoca, bu derlemeye özel bir önem verir ve yeniden basımı ile bizzat ilgilenirdi. Rona Hoca, benzer bir derlemeyi yaşamının son yıllarında bize, bugünü anlayabilmemiz için faydası olur umuduyla yadigâr bırakmıştır: Faşizm ve Kapitalizm (A. Thalheimer, A. Rosenberg, O. Bauer ve A. Tasca , Ayrıntı Yayınları, 2018).
Hukuk Defterleri ailesi olarak Rona Serozan’ın bize bıraktığı analitiği, duruşu ve konumu belli, ülkesinin meselesini dert edinen, toplumcu ve ezilenlerden yana siyasi çizgiyi sahipleniyor; Hocamızın anısı ve ışığı önünde sevgi ve saygıyla eğiliyoruz.