Bir ülke ekonomisinin belirli bir zaman kesitindeki görüntüsü, zaman içinde oluşmuş etkileşimlerin kolektif sonucunu yansıtır. Şöyle ki, her ekonomi kendi tarihsel sürecinin olduğu kadar, bağlı olduğu dünya sistemi çerçevesindegeliştirilmiş iç politikaların ürünüdür. Hâl böyle olunca, zamansal kesit görüntüsünün yorumu oluşum sürecinin tarihsel diyalektik çözümlenmesi ile olanaklıdır. Türkiye ekonomi tarihine yöneldiğimizde, bazı ihtirazı kayıtlarla kısmen devletçilik dönemi hariç, hemen tüm dönemlerde ekonominin yürüyüş çizgisinin Batılı merkezlerin çıkarları doğrultusunda şekillendi(rildi)ğini görürüz. Bu süreç, Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarındaki anlamsız liberalizm politikasıyla başlayıp, Demokrat Parti döneminde ticaret emperyalizmi, ithal ikameci-planlama döneminde montaj emperyalizmi kulvarlarından geçerek, Özal döneminde finansal serbesti rejimine sıçrayıp, nihayet 2000 IMF-Derviş programı ile AKP dönemindeki neoliberal politikalara bağlanmıştır. O kadar ki, devlet aygıtının hemen her eylem ve uygulamalarına karşı bizzat halkın uyanık olması anlamsızca şiar edinilmiştir. Özelleştirmelere karşı dava yoluna gidilmesinden, HES projelerine yönelik protestolar, kentsel dönüşüm dayatmaları ve daha birçok uygulamalardayaşanan halk direnişleri, toplumsal yararla çelişen kapitalist siyaset yapısının ideolojisini ortaya koymaktadır.
Maalesef, burjuva bilim ve öğretisinde sistem içinde devlet aygıtının şekillenmesi ve işleyişi perdelendiğinden politikaların amacı, işlevi ve kime hizmet ettiği anlaşılamamaktadır. İlginçtir ki, yaşanan gerçekler olağan algılanan ekonomik ve politik süreçlerle perdelenebildiği gibi, bazı durumlarda da ekonomide sahte parıltılar oluşturularak olumlu görüntü algılaması sağlanabilmektedir. Hâl böyle olunca, günümüz Türkiye’sinin içinden geçtiği dar boğaz irdelenirken, çevresel konumlu ekonomik model daima odağa koyulmalıdır.
1999 yılını IMF gözetiminde geçirmiş olan Türkiye, 2000 yılında fiilen IMF uyum programına alınmıştır. Bugünkü tabloyu oluşturan IMF-destekli proje- program, ekonominin alt-yapısını irdelemeden, parasal, malî ve genel politika alanlarında olmak üzere üç koldan ekonomiyi yukarıdan şekillendirmeye çalışmıştır. Proje- program, ekonomiye dünya piyasalarına denetimli ve güvenilir piyasa oluşturma hedefi doğrultusunda birtakım kararlar dayatmıştır; enflasyonun denetlenmesi amacıyla devletin küçültülmesi ve özel kesimden hizmet alımı, ekonominin liberalizasyonu amacıyla özelleştirmeler, işsizliğin önlenebilmesi için emek piyasasının serbestleştirilmesi ve deregülasyonu, ekonominin kapitalist dünya ile entegrasyonunun sağlanması amacıyla da denetimsiz ve ön hazırlıksız dış dünyaya açılım dayatmaları programın ana hatlarını oluşturdu. Program, ekonomiyi üretimden uzaklaştırıp montaja yöneltirken, aynı anda da dış dünyaya kuruluş yeri ve piyasa olarak işlevlendirme modeline dayanıyordu. Özal döneminin ekonomiye armağanı olan 32 sayılı kararnameyle yabancı finans kurumlarının Türkiye’ye girmesi ile debütünleşen modelde, finansa bulanmış montaj ve tüketim ekonomisinin inşa aşaması tamamlanmış oluyordu. Programın kaçınılmaz sonucu olarak önlenemeyen iç ve dış açık karşısında Merkez Bankası musluklarının kısılması salt enflasyonu frenlemede etkili olmadı, aynı zamanda da faiz yükselişlerine yol açarak baskılı kur sistemiyle ekonominin kan kaybı pahasına sistemi işleyiş konumunda tutuyordu. Baskılı kurun bir yandan cari açığı yükselterek “kur riski” oluşturması, diğer yandan da enflasyonu frenlemesi, iş çevrelerini olduğu kadar giderek genişleyen borçlu kesimi de sahte istikrar adına siyasi kadroyu desteklemeye yöneltiyordu. Borç batağına sürüklenen ülkede yıllar içinde devamlı yükselen cari açık 2018 yılında risk sınırı olan % 6 oranına dayanmış bulunmaktadır. Böylece Türkiye, gelecek yıllarını ipotek altına alarak dış sermayeye piyasa işlevini sadakatle yerine getiren siyasal erkin hâkimiyeti altına girmiş oldu.
…
Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 14. sayısında okuyabilirsiniz.