1922 yılında yoksul köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen, 2010 yılında “Dünya öyle güzel ki, öleceğime yanıyorum” diyerek, hayata gözlerini yuman Saramago; Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını, İkinci Dünya Savaşı’nın ise tüm vahşetini yaşar. Bu anlamda Saramago’nun eserlerinde savaş karşıtlığı sık sık karşılaşılan temalardan biridir.
2016 yılının son aylarını yaşadığımız bugünlerde, dünya bir kez daha ama bu kez adına “Dünya Savaşı” denmeyen emperyalist paylaşım savaşlarını barındırmaya devam ediyor. Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da emperyalizmin egemenliğini kurmaya çalıştığı bir dönem yaşanıyor ve bu süreç de oldukça kanlı gerçekleşiyor. Mevcut ülkelerin egemenlik sahalarının hukuksal anlamda korunduğunun iddia edildiği ancak gerçekte sınırların emperyalist devletler lehine değişmekte olduğu bir tarihsel dilimdeyiz. Artık insanların bir savaşın içerisinde olduklarını anlamaları için, iktidarı elinde bulunduran sınıfın tebaasına “savaştasınız” demesi gerekiyor. Aksi halde, Saramago’nun adını da verdiği muhteşem kitabındaki gibi “kör”ler.
Bu nedenle Saramago “öznenin kendi kendine ve toplumla yarattığı ve öznenin eylemlerinden türeyen etik sorumluluğun titiz bir incelemesini masaya yatırmıştır.”1 2002 yılında 2. Dünya Sosyal Forumu’ndaki konuşmasında yazar “Çanlar Yoluyla Adaletten Demokrasiye” başlıklı konuşmasında gösterişsiz bir adalet hakkına sahip olduğumuzu, bu adaletin “sadece” adalet olduğunu “etik” olan ile sıkı sıkıya ilişkili olduğunu, bunun ruhun mutluluğu için vazgeçilmez olduğunu belirtir2.
Ona göre adalet yasa gereği olmakla beraber her şeyden önce toplumun kendiliğinden ortaya koyduğu bir adalet anlayışı olması gerektiğini ve bu nedenle kaçınılmaz bir ahlaki zorunluluk olarak kendini gösteren bir adalet olduğunun altını çizer.
Ölmeden aylar önce yazmaya başladığı ve Türkçe’de Ocak 2016 tarihinde basılan “Mızraklar, Mızraklar, Tüfekler Tüfekler” kitabında da Saramago, savaş ve şiddetin insanlar ve toplumlar üzerinde yarattığı etkiyi yansıtmak için “Neden silah fabrikalarında grev olmaz” sorusunu, kitabının kurgusal temasını tamamlayan bir dayanak soru olarak ortaya koymuştur. Silah sanayisinde bireylerin sorumluluğunu tartışmak için başladığı bu eserini tamamlayamamış olsa da, kitap için tutmuş olduğu notlardan ve Saramago’nun külliyatından bu eseriyle ilgili de fikir edinebiliyoruz.
15.08.2009 tarihli notunda şöyle der “Zaten zihnimde bulunan ve defalarca anlattığım hikayeye başlamak için iyi bir çengel: Andre Malraux’nun Umut’ta anlattığı gibi, İspanya iç savaşında patlamayan bombanın hikayesi.”3 Olay şudur: İspanya İç Savaşı sırasında Extremadura’daki Halk Cephesi birliklerine fırlatılan bir bomba sabotaja uğratıldığından patlamaz. Topçu bir asker düzeneği sökünce içinde bir rulo kağıt görür. Almanca el yazısıyla şöyle denmektedir; “Yoldaşlar, korkmayın. Benim yüklediğim obüsler patlamayacak. Bir Alman işçi.”
Yazarın kendi betimlemesiyle ruhsal olarak (savaş tanrıçası) Bellona’nın kusursuzca cisimleşmiş hali olan Artur Paz Semedo, muhasebeci olarak çalışmakta olduğu silah fabrikasının ağır silahlar bölümüne terfi etmek dışında bir amacı yokken bir gün şehrin sinema kulübünde 1939’da yaşanmış İspanya İç Savaşı üzerine bir eser olan Andre Malraux’nun eseri
“Umut” kitabının film uyarlamasına gider. Film onu çok etkiler ve epey aradıktan sonra filme konu olan kitabı bulur ve okur. Malraux’un kitabındaki “Obüslere sabotaj yaptıkları için Milano’da kurşuna dizilen işçiler şerefine, yaşasın!…”4 cümlesini okuduktan sonra kendini kaybeder. Çünkü bellona anonim şirketinin muhasebe görevlisi, savaş araçlarına birinin sabotaj yapma fikrine bile katlanamayacak kadar bu aletlere tutkun biridir5. Ona göre “Dünya kurulalı beri silahlar vardı ve bu yüzden de daha fazla insan ölüyor değildi, sadece ölmesi gerekenler ölüyordu, asla daha fazlası değil.”6.
Bunun ardından bu öfkesini kendisi ile tamamen zıt karakterdeki “inançlı bir pasifist militan” olan eski karısı Felicia ile paylaşır. Felicia ise onu İspanya iç savaş sırasında bir bombanın sabotajı hakkında bilgi almak ve şirketin faşistlere silah sattığını öğrenmek için şirketin arşivlerinde araştırma yapmaya teşvik eder. Artur ise önce bu düşünceye karşı temkinli olsa da şirketin savaştaki performansı ve silah satışı konusundaki merakı ile bu fikri benimser ve şirket sahibi de bu araştırmanın silah satışlarını artırabilecek teknikler bulma konusunda yardımcı olacağı düşüncesiyle bu çalışmayı onaylar.
Kitap bu araştırma ile devam eder ve Artur önemli birçok belgeye ulaştıktan sonra kitap yarım kalır. Bundan sonra Saramago’nun kitabı nasıl kurguladığına dair elimizde bir veri yok. Yani Artur gerçekten Felicia’nın istediği gibi fabrikanın İspanya İç Savaşı’nda oynadığı karanlık rolü ve silah satışından sağladığı kazancı ortaya çıkacak mıdır? Bunu bilmiyoruz. Ama 16.09.2009 tarihli notu bize bir fikir veriyor. “Kitap, Felicia’nın ağzından çıkarak çınlayan “cehenneme kadar yolun var!”la sona erecek. Örnek bir darbe.”
Felicia’nın öfkesinden anladığımız kadarıyla Artur, şirketin savaştaki tüm katkısı ve bu yolla elde ettiği kazancı öğrenmesine rağmen savaş karşıtı bir tavır almıyor veya şirket ile ilişkisini sonlandırmıyor. Ve aslında okuyucu olarak bizim içten içe değişmesini istediğimiz karakter hakkında bize birçok bilgiyi veriyor Saramago. Çünkü bu karakter “Savaşlar her zaman oldu ve hep olacak. İnsan doğası gereği savaşçı bir kan kütlesidir.”diyen biri. Pisliğin teki açıkça, savaş filmlerinden heyecan duyuyor, tek bir kez bile eline tabanca almamasına rağmen bu savaş endüstrisi onun işi ile birlikte özel hayatına da nüfuz etmiş durumda. Ancak buna rağmen böyle bir karakterin değişmesini bekleyen okur talep ediyor Saramago. “Her bir okurunu sorgulayarak, vicdanını deşerek, onu rahatsız, tedirgin etmek ve yeniden canlanmanın meydan okuyuşunu kişisel bir odağa yerleştirmek: Daha insani bir dünya alternatifine, kuşkulu da olsa, yönelme ihtimali.”7
1969 yılından ölene kadar Portekiz Komünist Partisi’nin bir üyesi olan Saramago’nun tüm romanlarının incelikli bir ironi ile yazılmış politik eserler olduğu söylenebilir. Zira romanlarının alt yapısı din, var oluş, ulus, kimlik, sınır konularındaki eleştiriye dayanır ve bu eleştiriyi çoğu kez fantastik kurgudan faydalanarak eserlerine yansıtır. Bir röportajında dediği gibi “İroni benim eserlerime yeni eklediğim bir şey değil ki; biri olmazsa diğeri mutlaka oluyor zaten, öfkeli, hareketli, doğrudan ya da gizli olarak hep kullanıyorum, bu benim kendime has stilimin bir parçası.” Bu anlamda yarım kalan bu eserinde de savaşların silah endüstrisi ve silah fabrikalarıyla olan ilişkisini anlatırken ironik ve politik bir söylem kullanır. Okurunu sürekli uyaran bir tarzı vardır, onun edebiyatının açıkça dönüştürücü gücü vardır ve eserlerinde konu edindiği dertleri, okuyucunun da edinmesini amaçlamaktadır.“Onun edebiyatı vicdan rahatlığına karşı kuşkunun aktif bir örneğidir.”8 Bu nedenle bireylerin vicdanlarını rahatlattığı değil, ahlaki bir zorunluluk olarak adaleti mevcut kılmak için mücadele edecekleri bir düzenin umudunu üretmemiz gerekmektedir.