Söyleşi: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Vesilesiyle… (27.02.2017)

Yayın kurulu üyemiz M. Elif Erhan, İlerici Kadınlar Derneği GYK üyesi Umut Kuruç ile Türkiye’de kadın sorunlarını, iktidarın kadın politikalarını ve kadın mücadelesini konuştu.

M. Elif Erhan: İlerici Kadınlar Derneği’ni biraz anlatmanızı isteyerek başlayalım. Nasıl kuruldunuz, amaçlarınız neler, neler yapıyorsunuz?

Umut Kuruç: İlerici Kadınlar Derneği (İKD), aslında ciddi bir ihtiyaca karşılık kuruldu diyebiliriz. “Nedir bu ihtiyaç?” ya da “Bu ihtiyaç nasıl doğdu?” sorularını sorarak, bunlara cevap vererek başlamakta fayda var. Dünyada ve Türkiye’de, ki biz ülkemize odaklanarak bakalım, 1980’lerle birlikte sermaye sınıfının emekçi kitlelere dönük ciddi bir saldırısıyla karşı karşıya kalındığını görüyoruz. O günlerden bu güne geldiğimizde elimizden alınanlara bakmak gerekiyor. Emekçi sınıfların 1980’lere, 1990’lara kadar elde ettiği bütün kazanımların birçok yerde yavaş yavaş, ülkemizde ise büyük bir hızla kaybedildiğini görüyoruz.

Bunlara hak gaspları diyelim. Kim gasp ediyor? Sermaye sınıfı, patronlar ve onların idare mekanizmaları. Bu hak gaspları karşısında güçlü bir mücadeleyi örgütleyemeyen bir emek cephesi görüyoruz bir de. 1980’lerle birlikte o güne kadar elde edilen kazanımların nasıl elde edildiği adeta unutuluyor ve yerini düzen içinde “çözüm” arayan birtakım “mücadele” başlıkları alıyor. Bunlar daha ziyade kimlikler üzerinden, yani, cinsiyet, etnik, dini kimlikler. Yani, artık toplumsal kurtuluştan ziyade bireysel kurtuluşun öne çıktığını, bu anlamda da emekçi kitlelerin hak ve kurtuluş mücadelesini örgütleyecek anlayıştan ziyade, bunu dışlayan veya kenar süsü olarak bir yerlere iliştiriveren, adına “sivil toplum” denen kimlik mücadeleleri.

Kadın mücadelesi de Türkiye’de özellikle bu süreçte tarihsel kazanımlarını borçlu olduğu emekçi ve işçi kadınların mücadelesinden, onun hedeflerinden kopmaya başlıyor ve hızlı bir dönüşüm yaşıyor. Yani, kadın mücadelesi 1857’de ABD’deki Cotton tekstil fabrikasında greve çıkan on binlerce kadın işçinin mücadelesinden, 1908’deki Ekmek ve Gül Grevi’nden, 1789’da Paris’te Fransız Devrimi’nin ateşini yakan “ekmeğimiz nerede?” sloganıyla Versailles kapılarına dayanan binlerce yoksul, emekçi kadının kavgasından, 1871 Paris Komünü’ndeki Louis Michel’lerin, Avrupa’da 1848’deki devrimlerde en ön saflarda yer alan işçi kadınların mücadelesinden, 1917 Şubat’ında “ekmek ve barış” sloganıyla büyük Ekim Devrimi’ni başlatan kadın işçilerin yürüyüşünden kopuyor. Türkiye’de ise 1873’te tersane ve tramvay grevinin en ön saflarındaki yoksul kadınlardan, 1876 feshane grevini örgütleyen işçi kadınlardan, 1908 Sivas ekmek isyanının kadınlarından, 1910-1911 dokuma ve tütün grevinin neferlerinden, 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin kadınlarından… Bu tarih bir bakıma yok sayılıyor. Oysa, kadınların kazanımlarının işçi sınıfının mücadelesinden, onun kazanımlarından bağımsız olmadığını tarih bize gösteriyor.

Böylece, salt biyolojik bir başlığa ve salt toplumsal cinsiyetin sınırlarına sokulan kadın mücadelesi kaçınılmaz olarak ilerici niteliğini silikleştiriyor, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonuç olduğu, sürecin ise bambaşka bir bağlamda ve ölçekte ele alınması gerektiği göz ardı ediliyor. Kadının özgürlüğü cinsiyete hapsedilirken, toplumsal özgürlükle tam karşıt bir yere oturan türbana özgürlük bile talep edilebilir hale geliyor kadın mücadelesi adına. Oysa şu açıktır, gericilik asla özgürlük adına talep edilemez. Gericiliğin özgürlüğü olmaz.

Siz toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, kadına yönelik şiddeti, bu sonuçların ortaya çıkmasını sağlayan, bunları besleyen bataklığı kurutmadan, bu zemini yıkmadan ortadan kaldıramazsınız. O halde, öncelikle bu bataklığı kurutmak, bu zemini ortadan kaldırmak üzere bir mücadele örgütlemek gerekiyor. Az önce bahsettiğim tarihsel birikimimiz bunu bize gösteriyor zaten.

MEE: Tam bu noktada İKD’ye geliyoruz değil mi?

UK: Evet, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) adının bu topraklarda tam da yukarıda değindiğim birikim ve hedef nedeniyle tarihsel bir anlamı var. Bir yandan kadınların emek mücadelesinde yer almasını sağlayan, bir yandan da kadın sorunu diye adlandırılabilecek başlığı gündeme getiren ve bu ikisini (emek ve kadın mücadeleleri) birleştirerek binlerce üyesiyle Türkiye sathına yayılmış bir örgütlülük, tarihsel bir mirastır İKD.

Elbette işin bir de”ilericilik” yanı var. Türkiye’de kıskançlıkla sahip çıkılması gereken, ayağımızı bastığımız, ancak ayağımızın altından çekilen zemindir. Ayağımızın altından çekilen ve yeri hızla gerici ideoloji tarafından doldurulan bütün ilerici değerleri ifade eden kavramsallaştırma olarak ilericilik… On yıllardır çok ciddi bir gerici saldırıyla karşı karşıya olduğumuz açık. Bundan en hızlı ve en çarpıcı biçimde biz kadınlar payımızı alıyoruz. Bütün gerici ideolojik, kültürel girdiler kadının toplumsal alandaki konumunu belirliyor, kamusal alanda kadının ancak ikincil bir varlık olduğunu kabul etmesiyle nesne olarak var olmasına yol açıyor.

Her ay onlarca kadının katledilmesine, yaşamlarına ilişkin tasarruflarının ortadan kaldırılmasına, kız çocuklarının küçücük yaşta evlendirilmesine, eğitim haklarının ellerinden alınmasına, kadın emeğinin esnek istihdamına, üretim ilişkilerinde açık kapatan stepne olmasına kadar gidiyor bu gerici saldırının sonuçları.

O halde ‘ilerici’ olmak önemli. Hem tarihsel olarak, hem de bugün karşı karşıya olduğumuz gerici saldırıyı püskürtmek için… İşte bu nedenle İlerici Kadınlar Derneği’nin varlığı ve mücadelesi önemli.Hem bu mirası sürdürmek, hem de bu ismin hakkını vermek önemli. İş sadece isimle bitmiyor. Çok ciddi bir sorumluluk gerektiriyor.

1970’lerin Türkiye’sinde binlerce kadını mücadeleye katmış, emekçi sınıfların mücadelesiyle birleştirmiş, sosyalist hareket içerisindeki kadınların sesi olabilmiş, kadın mücadelesini örgütleyebilmiş ve toplumsallığı yaygın, birçok kazanım elde etmiş büyük bir dernek İKD. Belki tam da bu nedenlerle 12 Eylül öncesi 1979’da sıkıyönetim komutanlığı tarafından kapatılıyor.

Bugün Türkiye’deki siyasi atmosfer, emekçi sınıflara dönük zincirlerinden boşalmış saldırı, gerici kuşatma, hepsi en başta kadınları etkiliyor.Sömürü daha da artarak sürerken, gericilik ayağımızı bastığımız zemini altımızdan alırken bugünün Türkiye’sinde İKD’nin gerekli olduğu da açık.

MEE: Bu mücadeleyi nasıl örmek istiyor İKD, amaçlarınız neler?

UK: Bizler de bunun gerekliliğinden hareketle 2015 yılında İKD’yi yeniden kurduk. Öncelikli hedefimiz elbette toplumsal cinsiyet eşitsizliğine neden olan zemini ortadan kaldırmak. Nedir bu? Üretim ilişkileri ve bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal ilişkilerle kadının ikinci sınıf insan olmasına yol açan bütün nedenlerin ortadan kaldırılması için mücadele etmek ve elbette bu mücadeleyi kazanmak.

Yerine koyacağımız, insanca bir yaşam, eşit ve özgür bir düzen için örgütlenirken kadına yönelik her tür ayrımcılığa karşı, siyasal, ekonomik, ideolojik ve toplumsal alanlarda mücadele etmek.Karşımızdaki cepheyi geriletmek ve gerici kuşatmayı kırmak.

Kadınların üretim sürecinde, kadın olmalarından kaynaklı yaşadıkları sorunların ve eşitsizliklerin söz konusu olduğunu biliyoruz. Emekçilere dönük saldırıların parçası olarak çıkarılan çalışma yasalarıyla da bu durum güçlendiriliyor, pekiştiriliyor. Esnek istihdam, güvencesiz çalışma, taşeronlaştırma artık yasalarla da bağlanıyor. Bu da belki en fazla kadın emeğini, kadının üretim sürecine katılmasını etkiliyor. Bütün bu koşulların ortadan kaldırılması ve insanca ve güvenli çalışma için, eşit işe eşit ücret hakkı için mücadele en başa yazdığımız hedeflerden.

Üretim sürecinde ve toplumsal ilişkilerde kadının eşitliğini sağlayacak en önemli başlıklardan biri deev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işlerin kamu hizmeti olduğu gerçeğinin kabul edilmesi. Bu düzende, yani sermayenin egemen olduğu düzende değişim değeri olan mal ve hizmetin üretilmesindeki doğrudan emeğin bir değeri vardır. Ancak, bunun yeniden üretilmesini sağlayan emek “görünmezdir”, değersizleştirilmiştir çünkü değişim değeri yoktur. Oysa, ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işlerin üretim sürecinin bir parçası olduğu açıktır ve bunlar kamu hizmeti olmalıdır. Kadının toplumsal yaşamdaki eşitliğinin en önemli koşullarından biridir bu.

Bunun sağlanması için en başta kadınları hedef alan gerici kuşatmanın ortadan kaldırılması gerekir. Gericiliğin kadınlar üzerinde yarattığı tahakküme karşı AKP politikalarında cisimleşen kadına yönelik her tür saldırının karşısında aydınlanma ve laiklik mücadelesini yürütmek ve bu kuşatmayı dağıtmak İKD’nin en önemli hedeflerindendir. Çünkü gericiliğe karşı ilericilik kavgasının olmazsa olmazı kadın mücadelesidir.

MEE: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle, ülkemizdeki kadınların durumu ile ilgili bir değerlendirme yapabilir misiniz?

UK: Öncelikle ülkemizin içinde bulunduğu duruma kısaca göz atmakta fayda var. 1923’te kurulan Cumhuriyet’in, 1980’den itibaren hazırlanan zemin ve AKP iktidarı tarafından tasfiye edildiğini söylemeliyiz. Ancak, AKP’nin yeni rejiminin kurulma sancıları da sürüyor. Son olarak 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimi sonrası diktatoryal yönetimleri andıran bir yapı kurulmuş, toplumun ilerici kesimlerine dönük baskı ve şiddet temel politika haline getirilmiştir. Bu tabloda, baskı ve şiddete en fazla maruz kalan kesimin yine kadınlar olduğunu söylemek gerekir.

Türkiye’de AKP iktidarı ve onun yerleştirmeye çalıştığı yeni rejimin kurulma sürecinin temel özellikleri, emperyalizme tam boy teslimiyet, piyasalaşma ve dinci gericileşmedir. AKP’nin iktidar olduğu 15 yıllık süreçte kadınlara yönelik piyasacı ve gerici saldırılar sistematik bir biçimde sürdürülüyor. Cumhuriyet döneminde kadının sahip olduğu bütün hak ve kazanımlar da geri alınmaya çalışılıyor.

AKP’nin Yeni Türkiye’sinde kadınların istihdam oranı düşerken enformel sektörlerde güvencesiz ve kayıt dışı çalışmalarıyaygınlaşıyor.

Buna bazı rakamlarla örnekler vermek gerekirse;

Kadınların iş gücüne katılım oranı %30.8, kadın istihdamında kayıt dışılık oranı %52’dir.

12 milyon kadın ‘ev kadını’ olarak tanımlanmaktadır.

Esnek çalışma temel çalışma biçimi haline getirilmektedir.

Kadınların enformel sektörlerde istihdamı artmaktadır.

AKP’nin Yeni Türkiye’sinde kadına yönelik şiddet ve cinayetler katlanarak artmıştır.

Yetersiz olan verilere göre son 14 yılda 7 binin üzerinde kadın cinayeti işlenmiştir.

Kadınlar birinci derece akrabaları ve aile fertleri tarafından şiddete uğramaktadır.

Şiddet ve cinayetlerin sebepleri arasında boşanma, ayrılma isteği birinci sıradadır.

Kadınlar fiziksel şiddetin yanı sıra, sözel, ekonomik, cinsel ve psikolojik şiddete de maruz kalmaktadır.

Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğinde 145 ülke arasında 130. sıradadır.

Bütün bunlar olurken, hukukun kadını korumadığı, kadına şiddet uygulayanlara iyi hal indirimlerinin yaygın bir şekilde uygulandığı gerçeği ile de karşı karşıyayız.

AKP’nin yeni Türkiyesi’nde iktidar kadın bedeni üzerinden bütün toplumu tahakküm altına almaya çalışıyor.

Kadının toplumsal işlevinin annelik olduğu, varlığının ise sadece aileyle sınırlandırıldığı iktidar mensuplarınca sürekli dillendiriliyor.

Çok küçük yaştan itibaren kız çocuklarının örtünmesineçocuk yaşta evlilikler eşlik ederken, istismar edilmeleri normalleştiriliyor.

AKP iktidarı bütün bu süreci toplumsal planda aslında kadınlar üzerinden örgütlemiştir diyebiliriz. Önce kadınları hedef almış, böylece toplumun en küçük ekonomik yapıtaşı olarak gördüğü aileyle başlayarak, toplumun bütününükendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeye, toplumsal dokuyu dönüştürmeye girişmiştir. Kadın bedeni üzerinden bu kadar çok propaganda yapılmasının altında yatan temel neden burada aranmalıdır.

Bütün bunların elbette farklı toplumsal kesimlerde rahatsızlık yarattığını ve bir direncin de söz konusu olduğunu söylemek gerekir.

TEKEL Direnişi gibi, Haziran Direnişi gibi büyük kalkışma ve direnişlerle karşı karşıya kalan iktidar da, bu birikimi toplumun hafızasından kazımak için gerek ideolojik, gerekse siyasi şiddet ve basıncını arttırıyor.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü Türkiye işte böyle bir tabloyla karşılamıştır. Verilmesi gereken cevap açık olmasına rağmen, son yıllarda 8 Mart’lar kadınların eşitlik ve özgürlük taleplerini haykıracakları, piyasacılığa, gericiliğe ve işbirlikçiliğe karşı mücadeleyi yükseltecekleri, bu çerçevede örgütlülüklerini büyütecekleri bir tarih olacağına, ne yazık ki bunun çok dışında bir manzarayla karşı karşıya kalabiliyoruz.

İlk soruda bahsettiğim gibi salt biyolojik toplumsal cinsiyet eşitsizliği sınırlarına sokulan, talepleri bununla sınırlı kalan bir panayırla karşı karşıya kalabiliyoruz ne yazık ki. Eşitlik mücadelesi düzenin bütünlüklü saldırısı göz ardı edilerek havada asılı bir patriarka karşıtlığına, özgürlük ise cinsiyete hapsediliyor. Ortaya çıkan tablo ise yerini hafızalarda ertesi gün unutulacak cinsiyet temelli ‘esprilere’ ve dudaklarda hafif bir gülümsemeye bırakıyor.

MEE: Peki daha önce de bahsettiğiniz gibi, çalışmalarınızda gericilikle mücadele önemli bir yer tutuyor. Kadınların mücadelesi açısından laikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

UK: Gericiliğe karşı mücadelenin önemini tarihsellik içerisinde ele almak gerekir. Üretici güçlerin gelişiminin önünü açan toplumsal ve siyasi dönüşümler ilericidir. Gericilik ise kavramsal olarak evrenin ve toplumların mutlak değişmezliğini veri alır.

Son 15 yıldır Türkiye’de aydınlanma fikri ile ortaya çıkan insanlık tarihinin önemli kazanımlarının iktidar tarafından yok sayıldığını, Orta Çağ karanlığına dönüşün hakim bir eğilim olduğunu hep birlikte yaşıyoruz.Oysa, tarihsel ilerlemeyle elde edilen kazanımlar bizim zeminimizdir. Biz bu kazanımları daha ileri taşıma hedefiyle yol almaya çalışırken zeminimizin ayaklarımızın altından çekildiği bir durumla karşı karşı karşıyayız.

Laiklik kabaca din ve devlet işlerinin ayrılmasının çok ötesinde, kadının toplumsal yaşamda eşit olmasının teminatı aslında. Hatta sadece kadının değil, toplumsal yaşamın bir bütün olarak akla ve bilime göre gelişmesinin, zenginleşmesinin teminatı. Bunun ortadan kalktığı bir toplumsal yapının nasıl şekillenebileceğinin ipuçlarını bugün yaşayarak görüyoruz. Dolayısıyla, bu geriye gidiş, akla ve bilime aykırı dönüşüm derhal durdurulmalıdır. Tam da bu yüzden kadınlar gericiliğe karşı ilerici değerlere sahip çıkarak örgütlü hale gelmeli ve mücadeleye katılmalıdır. Az önce belirttiğim toplumsal ilerlemenin öznesi olduklarını göstermelidir.

MEE: Son on yılda emekçi kadınların toplumdaki yerinde ne gibi değişiklikler olduğundan biraz daha ayrıntılı bahsedelim isterim.

Türkiye’de kadın emeğinin her geçen gün daha da görünmez ve değersiz hale getirildiği zaten açık ve sürekli dillendirdiğimiz bir gerçek. Mesela her 4 kadından 3’ünün ücretsiz çalıştığını, 12 milyon kadının çalışma hayatına katılamadığını biliyoruz.

Çalışma hayatına katılanların ise ucuz ve güvencesiz işçi olarak sayılarının arttığını da biliyoruz. Çalışan kadınların ücretlerinin aynı işi yapan erkeklerden yüzde 23 daha düşük olduğu da bir gerçek. İşsizlikten de en fazla kadınlar etkileniyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık olarak yayınladığı Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2016 Raporu’nda Türkiye 130. sırada. Zaten ölçülen ülke sayısı 144… Bu rakam 2006 yılında 105 mesela. Yani eşitsizlik hızla artıyor. Yine Dünya Ekonomik Forumu raporuna göre Türkiye’de kadınlar erkeklerin sadece %62’si kadar kazanıyor ve ülkemiz ücret eşitsizliğinde 98. sırada. İşsizlik oranı yüzde 20’lere ulaşmış iken kadın işsizlik oranı yüzde 28’e dayanmış durumda. Yine aynı kurumun geçtiğimiz aylarda yayınladığı Kapsayıcı Büyüme ve Kalkınma Raporu’na göre kadınların işgücüne katılım oranında Türkiye, kendi gelir kategorisindeki 26 ülke arasında son sırada. Kadın ve erkek gelir eşitsizliğinde ise yine son sıradayız.

Kürtajın yasaklanması girişimleri ve kadınlara ‘en az üç çocuk doğurma’ dayatılırken, 26 ülke arasında ücretli gebelik izinlerinin en düşük olduğu üçüncü ülke de Türkiye.

Kadınların işgücüne katılım oranı TÜİK verilerine göre 2015 için % 27,5. Birçok kadının ise kayıt dışı sektörlerde çalıştığı ve bu nedenle sosyal güvenlik kapsamında yer almadığını da biliyoruz.

AKP’nin 2012’de hazırladığı Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) belgesinde kadınlara, özel politika gerektiren gruplar arasında yer veriliyor. Türkiye’de çok düşük olan kadın istihdamını artırmak için çözüm olarak esnek istihdam sunuluyor. Buna göre kadına yönelik esnek istihdam biçimleri kısmi süreli çalışma, belirli süreli çalışma, özel istihdam büroları aracılığıyla uzaktan çalışma, çağrıya bağlı çalışma olarak tanımlanıyor.

Düşük ücretli, güvencesiz çalışma biçimlerini düzenleyen yasalar ve yönetmelikler de 2016 yılında yürürlüğe kondu biliyorsunuz. Yarı zamanlı çalışmayı yasal ve meşru hale getiren Gelir Vergisi Kanunu’nda Değişlik Yapılmasına Dair Torba Yasa ile bu yasaya bağlı çalıştırılacak kadınların özel istihdam büroları aracılığıyla nasıl kiralanacağını düzenleyen ve Özel İstihdam Büroları Yasası da dediğimiz İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, kadınların çalışma hayatını daha da zorlaştırıyor. Bu iki yasa ve ardından çıkarılan yönetmelikler ise kadın istihdamındaki piyasacı vegericizihniyeti gözler önüne seriyor.

Yarı zamanlı çalışma emekçi kadınlar için eksik ücret ve emekliliğin imkânsız hale gelmesinden başka bir şey değil. Kadınların geleceği özel istihdam büroları adındaki köle işletmelerine teslim ediliyor.Yani, emekçi kadınlara saldırıda, gericiliğe bir de zincirlerinden boşalmış bir piyasacılık ve tam boy sömürü eşlik ediyor. Son 10 yılı böyle özetleyebiliriz.

MEE: Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasındaki kadınlar için en büyük sorunlardan biri de göç. Göç, bu coğrafyadaki kadınları nasıl etkiledi?

UK: ‘Göçün ardında yatan temel sebep nedir?’ diye bakmak gerekiyor öncelikle. Buraya baktığımızda ise temel sebebin emperyalist kapitalist sistemin kendisi olduğunu görüyoruz. İnsan hareketleri diye tabir edilen göçün esas olarak 1990’lardan itibaren büyük bir ivme kazandığını görüyoruz. Bu sürecin hangi tetikleyicilerle ortaya çıktığına ve beslendiğine göz attığımızda emperyalizm ve kapitalizmin ağırlığını görmek mümkün. Nedir bu beslenme kanalları ve tetikleyiciler?

SSCB’nin ve Sosyalist Avrupa ülkelerinin dağılması Ekonomik koşulların hızla zorlaşması

Savaşlar, iç çatışmalar, doğal afetler nedeniyle insanların yerlerinden edilmesi

İş güvencesinin ortadan kalkması, istihdamın geçici hale gelmesi

Yani, zincirlerinden boşalmış emperyalizmin, sermaye düzeninin sonuçları…

Göç aslında tam olarak Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında yerinden edilmiş insanları ifade eden bir kavram değil. Yerinden edilmiş ve göçe zorlanmış demek daha doğru. Bugün Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında insanlar hangi nedenlerle yerinden ediliyor ve göçe zorlanarak sığınmacı, mülteci ve göçmen oluyor? Esas odaklanılması gereken yer burası bana kalırsa.

Esas ve en büyük neden emperyalizmin bölgedeki politikaları ve doğrudan veya dolaylı yürüttüğü savaşlar diyebiliriz. Savaşın en büyük mağdurlarının ise kadınlar ve çocuklar olduğu açık. Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de savaş, kadınlar için taciz, tecavüz, şiddet, evini terk edip güvencesiz koşullarda göç, iltica, sığınma demek, ağır psikolojik travma demek.

Göçe zorlanan insanların, mültecilerin ve sığınmacıların sorunları, daha ülkelerinden kaçışlarıyla başlar ve sanıldığının aksine sığınacak ülke bulunca son bulmaz, aksine hızla artar. Mülteci ve sığınmacı olmak nüfusun en bağımlı kesimini ağır ve olumsuz etkiler. Bu kesim mülteci hareketliliğinin çoğunluğunu oluşturan kadınlar ve çocuklardır.

Ülkelerini, evlerini terk etmek zorunda bırakılan kadınların, göç/iltica sürecinde saldırı, şiddet ve tehlikelere maruz kaldığı verilerle de ortada olan bir gerçek. Geçiş sürecinde ve yerleştirildikleri kamplarda da tehdit ve istismar sorunuyla karşı karşıya bırakılan kadınları, bir de fuhuş ve taciz/tecavüz bekliyor ne yazık ki.

Yıllardır kan dökülen, sömürgeciliğin bütün kahrını çekmiş olan bir coğrafyadan bahsediyoruz Ortadoğu derken. Bu topraklar savaşların, ateşkeslerin, petrolün, çıkar ilişkilerinin süreklileştiği, bugün ise sadece biçim değiştirerek devam ettiği yerler.

Bugün ise bu coğrafya daha zayıflatılmıştır aslında. Her gün bombaların patladığı, savaşın sürekli hale geldiği, gericiliğin en vahşi şekilde kendini gösterdiği Ortadoğu’da görünmeyen ciddi bir kadın sorunununda sürdüğünü biliyoruz.

Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin yobaz çeteler aracılığıyla Ortadoğu’nun tek laik ülkesi olan Suriye’de 2011 yılı ile başlayan saldırısı, öncesinde ABD emperyalizminin Irak’ı işgali yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden oluyor.

IŞİD ve benzeri yobaz çeteler tarafından kaçırılarak cariye yapılan, köle olarak pazarlarda satılan, bu zulmü yaşamamak için yaşama veda eden kadınlardan bahsediyoruz.

Gericiliğin eşlik ettiği emperyalist savaşın, kadınların hayatındaki korkunç sonuçları çarpıcı örneklerle dolu maalesef.

Araştırmalar Türkiye’deki Suriyeli kadın sığınmacıların para karşılığı evliliklere zorlandığını, kadınların bu evlilikler aracılığıyla sistematik cinsel istismara maruz kaldıklarını ortaya koyuyor. Birçok ilde kız çocuklarına 20-50 TL karşılığında fuhuş yaptırıldığı, evlerde gündelikçilik yaptırılanlara ise, 75-100 TL’lik iş için 10-15 TL ödendiği ortaya çıkıyor. Muta nikâhı da denen evliliklerin kadınları, fuhuş çetelerinin ağına düşürmek üzere kullanıldığı, ülkelerinde ya da sığınmacı olarak Türkiye’de ikamet eden genç Suriyeli kadınları imam nikâhı adı altında kandırarak fuhuş sektörüne çeken insan ticareti çetelerinin varlığı, IŞİD gibi yobaz çetelerin ele geçirdikleri kadınları ve kız çocuklarını köle ve cariye olarak sattıkları da gün gibi ortada.

Bir de bunların üzerine sığındıkları ülkedeki birçok kesimin, bu göç etmeye zorlanmış insanlara karşı geliştirdiği ırkçı, milliyetçi tutum ekleniyor. İnsanların göçe zorlanmalarına, kendi iktidarlarının bu insanların hayatlarında neden olduğu saldırganlık ve oyunlara tepki göstereceklerine, sığınmacı ve göçmenlere yöneltiyorlar öfkelerini.

Bu tablo karşısında ortaya çıkan şudur: gericiliğe ve savaşa karşı mücadele ile emek ve ekmek mücadelesi bugün gerek ülkemizde, gerekse Ortadoğu coğrafyasında mutlak bir biçimde emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı mücadeleyle paralel yürütülmek zorunda. Aksi takdirde sadece vicdan rahatlatıcı, dayanışmacı ve fakat sadece ve sadece geçici, hedeften uzak yöntemlere başvurmak yukarıdaki tablonun, bununla mücadele etme zorunluluğunun üstünü örter ve tekil sorunlara çözüm üretmeye çalışmanın dehlizlerinde kayboluruz.

MEE: Son olarak belirtmek istediğiniz bir husus var mı?

UK: Kadın başlığında gündelik hayatımızda sürekli karşılaştığımız saldırılara gösterdiğimiz tepkiyi anlamlı ve sistematik bir mücadeleye evriltmemiz gerekiyor. Sadece erkek düşmanlığından ya da mevcut iktidarın erilliğinden ibaret bir perspektifle, dışavurumcu bir tarzda verilecek mücadelenin, suya yazı yazmaktan başka bir şey olmadığını görmek lazım.

“Hepimiz kadınız, aynı saftayız” yaklaşımına ilişkin de bir şeyler söylemek gerektiğini düşünüyorum.

Mesela, 90’ların kanlı iktidarlarının ortağı, hatta başbakanı Tansu Çiller, Meral Akşener gibi figürler ile bu kanlı dönemde evlatlarını kaybeden Cumartesi Anneleri aynı safta mıdır? ABD’nin Ortadoğu’da kanlı senaryolarını hayata geçirdiği dönemlerde ABD hükümetlerinin dışişlerinde birinci elden sorumluluk almış Madeleine Albright, Condoleezza Rice ve Hillary Clinton ile Irak’ta tecavüze uğrayan, savaşta çocuklarını kaybeden, toplumsal hayatta ellerinde olan bütün haklarını teker teker kaybeden Iraklı kadınlar aynı safta mıdır? Güler Sabancı, Ümit Boyner, Emine Erdoğan, Hayrünnisa Gül ile sel sularında boğulan kadın işçiler, mevsimlik tarım işçisi kadınlar aynı safta mıdır? Kadının cinsel bir meta haline getirilmesinin sembollerinden biri olan Playboy dergisinin sahiplerinden Christie Hefner ile yaratılan bu çürümüş ortamda tacize, tecavüze uğrayan kadınlar aynı safta mıdır?

Kadınların sınıfsal konumlarından bağımsız olarak ‘ortak sorunlarına’ işaret etmek, bunun daha da ötesine geçerek tüm kadınlara karşı tüm erkekleri karşıya almak ve kadın-erkek arasındaki güncel sorunları merkeze koymak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini doğuran, var eden koşulları ortadan kaldırıp yerine eşit ve özgür bir toplumsal düzen kurma hedefinden yoksundur. Böyle bir yaklaşım mevcut toplumsal yapı ve siyasi düzen içerisinde bu sorunun çözümünü arar ama bulacağını söylemek mümkün değildir.

MEE: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz, çalışmalarınız da başarılar diliyoruz.

UK: Ben teşekkür ederim. Sizin vasıtanızla da tüm emekten yana, özgür, eşit güzel günler için mücadele etmek isteyen kadınları İKD’de buluşmaya davet ederiz.

print