“Eşitlikten, Özgürlükten ve Adaletten Yana Bir Hukukçu Kuşağı Yaratmak” hedefiyle yola çıkan İlerici Hukukçular Kulübü üyesi İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerinin, çocuk istismarı bağlamında gündeme getirilen kimyasal kastrasyon/idam tartışmalarına ve bu konuda asıl neler yapılması gerektiğine ilişkin gerçekleştirdikleri söyleşiyi okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Baran: Sayısı her geçen gün artan çocuk istismarı konusunda son zamanda ortaya çıkan idam ve kimyasal hadım tartışmaları hakkında ceza hukukunun ilkelerini de göz önünde bulundurduğunuzda neler söylemek istersiniz?
Simru: Öncelikle çocuk istismarı konusu toplumun genel olarak tek bir noktada buluştuğu herkesin tepki gösterdiği nadir konulardan bir tanesi. İdam ve kimyasal hadım şeklindeki yaptırımlara tamamıyla karşıyım. Çünkü; insan haklarına ve hukukun temelinde yatan amaçlara aykırı olduğunu düşünüyorum. Hatta etrafımda idamı ve kimyasal hadımı destekleyen hukuk öğrencilerini görünce çok şaşırıyorum. Bu gibi insan haklarına aykırı olan yaptırımlar yerine önleyici ve koruyucu hizmetlerin önceliğimiz olması gerektiğine inanıyorum. Kimyasal hadım ve idamın bir yaptırım olarak uygulanması durumunda nefret havasının sert bir şekilde esip, linç kültürünü besleyeceğine kuşkum yok ki bu da bizi adaletten tamamıyla uzaklaştıracaktır. Ayrıca bu yaptırımlar herhangi bir geri dönüşü olmaması açısından çok büyük bir tehlikeyle eştir.
Burçak: Ceza hukukunun en temel ilkesi olan ‘’ultima ratio’’ yani ceza hukukunun doğrudan insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı etkisi sebebiyle son çare olarak başvurulması baz alındığında, suçun oluşma sebepleri ve bununla bağlantılı olarak toplumun bilincini bir kenara bırakıp, cezayı arttırıcı bir hamle yapmak ilk etapta her ne kadar caydırıcı gibi görünse de; suçun şekil değiştirmesinden öteye gidemez. Suçun önlenmesi için atılması gereken ilk adım; kriminoloji gibi doğrudan suç ve cezaya yönelmiş bir bilimi kullanarak suçun oluşumunu tetikleyen her evreyi ve bununla bağlantılı olarak hangi cezanın suçu önlemede işe yaradığının saptanarak, bu araştırma ve istatistiklerin hukukla birleştirilmesi gerekliliğidir. Bu da devletin yıllardır sürdürdüğü politikasını değiştirerek eğitimi ilk sıraya almasından geçecektir elbette. İdamın yalnızca çocuk istismarı değil, diğer suçlar için de esaslı bir çözüm olmayacağını ve aynı zamanda siyasi tarihimize bakıldığında idamın hukukun ve yargının değil, siyasetin tekelinde olduğu gerçeğinin göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum. İstismarın altında yatan hasta zihniyetlerin ise; hormonları düzenleyecek bir kimyasal hadım yöntemiyle azalacağını düşünmek, günümüz Türkiye’sine bakıldığında fazla ütopik kaçmaktadır.
Baran:Çocuk istismarı konusunda çoğumuzun aklına ilk gelen olaylardan biri de hiç kuşkusuz Ensar Vakfı’nda yaşanan 45 çocuğa cinsel istismar olayıdır. Ensar Vakfı’nda yaşanan korkunç olaydan sonra Ensar Vakfına sahip çıkarak olayın üstünün örtülmesine en çok yardımcı olan parti hatırlanacağı üzere AKP olmuştu. AKP’nin iktidar olduğu son 16 yıllık dönemde çocuk istismarının yüzde 700 artması sizce neyi gösteriyor?
Yeşim: Yani direkt olarak neden budur diyemeyiz ancak Türkiye toplumunun sistematik olarak muhafazakarlaştırılması ve muhafazakarlığın bir silsile halinde ortaya çıkardığı cinselliğin bastırılması, kadınlığın sömürülmesi gibi… Din ve dinin getirdiği yaşam biçimi, toplumun cinselliğini bastırmasına, erkekliği ve erkek iktidarını yüceltmesine ve kadını aşağılamasına yol açtı. Tabi bunu sadece toplumun yapısının değişmesine bağlamak, iktidar partisinin yaptıklarını göz ardı etmek olur. Çocuğun cinsel istismarı, siyasetin üstünde bir mesele olmaktan öte doğrudan siyasetin bir meselesidir. Bu noktada yapılan hamleler, bu sorunu kabul edip çözmekten çok, bunu meşrulaştırmaya; kapı arkasında bırakmaya, yokmuş gibi davranmaya yönelik olunca, suçlu çok bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Çocuk evliliklerini toplumun bir geleneği gibi gören bir bakış açısının varlığı şu soruyu doğuruyor akılda: üstü örtülen kaç tane daha olay var böyle?
Simru: Bu 16 yıllık dönemde çocuk istismarı konusundaki suçların hukuki açıdan sadece cezanın 2 katına çıkarılması, idamın veya kimyasal hadımın getirilmesi gibi konularda tartışıldığını düşünüyorum. Bir bütün olarak bakıldığında konu sadece hukuki değil psikolojik, sosyolojik bir sürü katmanı içinde barındırmaktadır. Fakat cinsel suçlara ilişkin düzenlemeler sadece yaptırımlar boyutunda ele alınmıştır. Bu bahsettiğimiz süreçte konu bir bütün olarak ele alınmamıştır. 2008 yılında da cezanın artırılması tartışılırken, 2018 yılında halen cezaların artırılmasının tartışılması bunun en bariz örneğidir.
Burçak: Ensar bir ilk değildi ve ne yazık ki son olacağını söylemek de oldukça zor. Ancak kamuoyunun, sosyal medyanın da sağladığı kolaylık sayesinde, son yıllarda yanlışa karşı gösterdikleri tepkiler bugün ceza hukukunun yani TCK’nın değişmesine sebep oldu. Bu bir yandan insanların yanlış olana sessiz kalmaması yönünden oldukça iyi bir durumken, bir yandan tepkinin derecesine ve kamuoyunun baskısını düşürmek için yapılan göstermelik değişiklikle, cezaların ağırlaştırılmasının; perde arkasında başka yanlışların ve bunlardan doğacak suçların önünün açıldığını söylemekte zor değil. Kaldı ki bir ülkenin ceza kanunu oyuncak olarak görülmemelidir; zira kısa dönem içinde yapılan en ufak bir değişikliğin yarattığı etki bambaşka sonuçlar doğurabiliyor. Dolayısıyla yükselen sesleri susturmak için göstermelik atılan her adım, hukuksal ve sağlam bir zemine oturtulmadan yapılan her yeni düzenleme, Ensar Vakfı olayının son olmayacağının habercisi olabilir.
Baran: Diyarbakır barosunun yayınladığı istatistiklere göre sadece son 16 yılda çocuğun cinsel istismarı suçundan 15 bin 51 dava açıldığını ve gerçekleşen cinsel istismar vakalarının sadece yüzde 15 ila 20 sinin adli makamlara yansıdığı belirtiliyor. Hukuk öğrencisi olarak sizce cinsel istismarın cezasız kalmaması ve üstünün örtülmeye çalışılmasını önlemek için ne tür hukuki önlemler alınabilir? Yeşim: Mağdurların bu yaşadıklarını ilk olarak aile ve okul çevrelerine anlattıklarını biliyoruz. Ailelere doğrudan ulaşıp bu konuda bilinçlendirmek daha zor. Ancak okullarda çalışan eğitimcilerin ve diğer memurların belirli eğitimler doğrultusunda bilinçlendirmesi görece daha kolay. Aile içinde – veya okulda – istismara uğrayan çocukların ulaştıkları ilk kişilerce reddedilmeleri, yok sayılmaları bu oranın düşüklüğünde çok büyük etken. İşini hakkıyla yapabilecek kişilere, kurumlara ihtiyaç var. Hadi çevresi tarafından reddedilmeyen, yok sayılmayan mağdur çocuklarımızın yargı mercilerine seslerini duyurmaları, idealist ve hak arayan yaşça büyüklerinin özverili çalışmalarına bağlı. Toplumun duyacağı büyük çapta ses getiren davaların ise çözümü milyonlarca atılan tweetlerden ya da hashtaglerden geçmemeli sadece. Bu toplumsal bir önlem tabii ki. Hukuksal önlem ise kadın deneyiminden uzak yargı işleyişinin erillikten uzaklaştırılması. Dava sürecinin sanık odaklı olması gerekirken, Türkiye’de bu anlayış mağdurun suçlandığı bir sisteme evirilmiş. Bunu çözmek şart.
Simru: Yeşim’e katılmakla beraber okuduğum haberlerde genel olarak cinsel istismarda bulunan kişi çocuğun bulunduğu ailenin bir ferdi. Bu gibi durumlarda aile üstünü örtmeye çalışıyor. Mesela ekonomik açıdan çok yoksul bir ailenin babasının işlemiş olduğu bu suç doğrultusunda hapishanede geçireceği süre aileyi babanın çalışıp eve getireceği para açısından etkiliyor ve aile suç duyurusunda bulunmuyor, olaya göz yumuyor ve konuyu kapatıyor. Bu durumda cinsel istismarın cezasız kalmaması için bu duruma göz yumanlara da bir yaptırım uygulanması gerekir. Üstünün örtüldüğü durumda ağır bir yaptırımla karşılaşacağını bilmeli üç maymunu oynayan kişi.
Baran: Arkadaşlarımın söylediklerine katılmakla beraber, Yeşim’in bahsettiği okullarda denetiminin şart olmasına ek olarak, okullarda çocuklara verilen eğitimin de büyük önem teşkil ettiğini söyleyebilirim. Okullarda gericileştirmenin tüm hızıyla devam ettiği ülkemizde çocuklara zorunlu din dersi vermektense, çocukları istismar konusunda bilinçlendirecek dersler verilmeli.
Bugün okulların iktidarın kendi kindar ve dindar neslini yetiştirdiği kurumlara dönüştürülmek istendiği ortada. İmam hatiplerde verilen eğitimin niteliksizliği bir yana son dönemde hükümet tarafından desteklenen dinci tarikat ve yurtlarda gerçekleşen tecavüzleri de unutmamak gerek.
Ailelerin kimisinin geleceksizlikten, kimisininse korkutularak çocuklarını imam hatiplere veya gerici yurtlara göndermek zorunda kaldığı ülkemizde, bilimsel ve laik eğitimin şart olduğunu düşünüyorum.
Bugün iktidarın dayattığı gerici ve bilim düşmanı eğitimin aksine, bilimsel ve laik eğitim çocukların bilinçlenmelerini ve sorgulamalarını sağlayacaktır. Kısaca istismar suçunun cezasız kalmaması için tek seçeneğimiz laiklik mücadelesini örgütleyerek okullarımızı bu gerici eğitim sisteminden kurtarmak olacaktır.
Baran:Son dönemde AKP’nin 12 yaş üstü çocukları tecavüzcüleri ile evlenmeye zorlayan önergesi,DiyanetİşleriBaşkanlığı’nın‘’Babanın öz kızana şehvet duyması’’ veya “9 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebilir.” fetvaları ve benzeri açıklamaları düşünüldüğünde çocukları bu karanlık saldırılardan korumak adına nasıl bir mücadele verilmelidir? Hukuk öğrencilerinin bu mücadeledeki yeri nedir?
Yeşim: Bilinçlenmek ve bilinçlendirmek. Bizlerin dine bakışı, inancı ne olursa olsun, konu hukuk ve adalete kaydığında diğer görüşlerimizden bir nebze uzaklaşıp daha seküler bakış açıları geliştirmeliyiz. Sözde din adamlarının bu ahlaksızlıkları sanki 1500 yıl öncesindeki cahiliye devrinde yaşıyormuşçasına rahatlıkla kitlelere duyurabiliyorken, bizlerin sesinin kısılması iki yüzlülükten başka bir şey değil. Kendi okulumuzda bile gerek OHAL’in getirdiği baskı ve korku ortamı gerekse çatışmayı engelleme amaçlı, yapmaya çalıştığımız panelleri engellemesi bile mücadeleden vazgeçmememiz için bir kamçı.
Simru: Bu karanlığı destekleyen birçok etken var. En önemlilerinden birinin medya olduğunu düşünüyorum. Medya bu gibi durumları gün geçtikçe meşru göstermeye başladı. Medyanın bu konuda kanunlarla sıkı bir şekilde denetlenmesi gerekir. Mücadele sadece hukuki mücadele değildir tabii ki de, mücadele hayatın her alanında vardır. Herkes bu konuda bilgisi olmayana anlatmalıdır. Özellikle çocuklar bilgilendirilmelidir. Şikayet ettiğimiz yapılmayan denetimlerin peşinden koşulmalıdır. Biz hukuk öğrencileri olarak mücadelenin paylaşma kısmındayız gibi hissediyorum. Ürettiğimiz fikirleri gerek kalemimizle gerek yaptığımız sohbetlerle paylaşıyoruz. Gittikçe çoğalıyor. Düşündükçe, paylaştıkça, mücadele ettikçe çok şeyin değişeceğine inanıyorum.
Burçak: Bu konuda hukuk öğrencilerinin, her biri öğretmen adayı ve dolayısıyla konumuzun esas mağdurlarının en büyük koruyucularından biri olduğuna ve olması gerektiğine inandığım öğretmenlik okuyan öğrenciler olarak örgütlenip, olaya pedagojik ve hukuki açılardan eğilerek çocukların öncelikle kendilerini korumak için neler yapılabileceği konusunda ve daha sonra ailelerinin de bu organizasyona katılarak bir arada her ihtimal ve sonrasında buna karşı alınacak önlemler, bunun yanında psikoloji öğrencilerinin de desteğiyle çocuğun dünyasında, kendisini korumak için neler yapabileceği konusunda eğitilmeleri yolunda adım atmanın en doğrusu olacağına inanıyorum.
Baran:Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği’nin açıkladığı verilere göre, son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu devletin izniyle evlendirildi. Son 6 yılda 142 bin 298 çocuk anne oldu ve bu çocukların büyük kısmı dini nikâh ile evlendirildi. Son olarak hükümetin önergesi üzerine müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi düşünüldüğünde, çocuk istismarının artacağı söylenebilir mi?
Yeşim:Söylenemez dersek kendimizi kandırmış olmaz mıyız? Eldeki tüm veriler aksini gösteriyorken, bizim söylenemez dememiz bu suça ortak olmamız gibi bir şey. Tek umudum en kısa zamanda bu konudaki alakasız, saçma sapan zina konularını içermeyen adımların atılması.
Simru: Çocuk istismarının artacağı söylenebilir. Çocuğun çocuk olarak görülmemesi durumu söz konusudur. Kadınların tecavüzcüleriyle evlendirilmesi özellikle haberlerde sıkça duyduğumuz örneklerden biriyken şimdi istismara uğrayan çocuğun evlendirilmesi söz konusu olacaktır.
Baran: Öncelikle şuna değinmek gerekiyor. Müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi medeni kanunu imha etmeye yöneliktir. Halen ülkenin en büyük sorunlarından biri kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesiyken, müftülerin nikah kıyacak olması demek; resmi nikahın daha kolay şekilde kıyılabilecek olması anlamına gelir. Dolayısıyla müftüler, istedikleri kişileri istedikleri zaman evlendirebilecekler. Bunların başında ise küçük kız çocuklarının geleceğini tahmin etmek pek de güç değil. Belirtmek gerekiyor ki AKP’nin aynı çabayı eğitim müfredatını değiştirirken de kullandığı açıktır. Geçtiğimiz sene cihat anlayışı, müfredata ibadet şekli olarak yerleştirildi. Çocuklara din için savaş anlayışın yerleştirilmesi, müftülere nikah yetkisinin verilmesi AKP’nin laiklik karşıtı ve şer-i yasaları geri getirme çabasından başka bir şey değildir, bana kalırsa.