Yayın kurulu üyemiz Bengisu İçten, 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin İstanbul Şube Başkanı Avukat Gökmen Yeşil ile 5 Nisan Avukatlar günü yaklaşırken tutuklu avukatlar ve avukatlık mesleğine yapılan müdahalelere ilişkin konuştu.
Bengisu İçten: Avukatlık mesleği her zaman baskıcı iktidarların, diktatörlerin hedefinde olan bir meslek oldu. Faşist diktatör Mussolini’nin “avukatlar olmasa ülkeyi daha rahat yönetirdim” sözü sanırım bu durumu somutlaştıran tarihsel bir not. Bu Türkiye tarihinde de böyle. Şu an bile siz Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi (KHK) ile kapatılmış, genel başkanı ve üyelerinin bir kısmı tutuklu bulunan bir hukuk derneğinin yöneticisi olarak buradasınız, ben ise bir sonraki KHK ile kapatılmayacağının garantisi olmayan muhalif bir hukuk dergisinin yayın kurulu üyesi bir avukat olarak. Peki var olan bu baskı ve müdahalelerin, tutuklamalara, fütursuz açık bir şiddete varana kadar yoğunlaşması sürecini başlatan kırılma noktasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gökmen Yeşil: Toplumsal muhalefetin baskı altına alınması hükümetin genel planlarından biriydi. Çok uzun süredir bunun izlerini görüyorduk. Ancak OHAL ilanı ile birlikte muhalefete dönük baskılar da her düzeyde arttı. Toplumsal muhalefetin en önemli bileşenlerinden birinin avukatlar ve hukuk örgütlülükleri olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu muhalefeti sindirmek için, hukukçu örgütlenmesine bir müdahale her zaman planlanıyordu. Ancak gerek hukuk dernekleri, gerekse baroların durumu itibariyle yer yer erteleniyordu bu müdahale. Özellikle Nuriye ve Semih’in yürüttüğü mücadele, bu mücadele içerisinde avukatların tuttuğu yer avukat örgütlülüğünün de hem hukuki destek, hem de sokaktaki mücadeleye sunduğu destek itibariyle gösterdiği direnç, hükümetin avukatlara müdahalesini hızlandırdı. Saldırı bu muhalefeti sindirmek için bir araç olarak geliştirildi diye düşünüyorum.
B.İ.: Avukat tutuklamaları ve meslek örgütlerine müdahaleyi, bu sindirme faaliyetinin farklı aşamaları, yoğunlaştığı baskı alanları olarak görebilir miyiz?
G.Y.: Tabii bu şekilde görmemiz gerekiyor. Şöyle düşünelim, şimdi Türkiye’de artık yüz on binleri bulmuş bir avukat kitlesi var. Buna hukukçu akademisyenleri ve hukuk öğrencilerini de ekleyelim. Dolayısıyla az önce de dediğim gibi toplumsal muhalefetin çok ciddi bir kesimini hukukçu örgütlenmesi oluşturuyor. Zaten OHAL ilanından sonra biliyorsunuz yüzlerce dernek kapatıldı, Bu kapatılan dernekler içerisinde dört tane hukuk derneği var. Çağdaş Hukukçular Derneği, Mezopotamya Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği ve Adalet Okulu Derneği. Bu zaten ilk adımdı. Belki de Kırılma Noktası diye sorduğunuz şeyi oraya işaretleyebiliriz, Yani 2016 kasımında hukuk derneklerinin kapatılmasıyla hukukçu muhalefetine yönelik büyük müdahale de başlamış oldu.
B.İ.: Toplumsal muhalefetin yoğunlaştığı alanlarla avukatlara müdahalenin kesişimine baktığımızda tutuklu meslektaşların siyasal ve toplumsal açıdan önem taşıyan Suruç, Soma, Nuriye ve Semih, Dilek Doğan davası gibi davaları yürüttüklerini görüyoruz. Bu davaların bazılarında müdafilerin tamamına yakını tutuklandı. Bu durum yargılamaları nasıl etkiledi?
G.Y.: Şimdi şöyle düşünelim, Nuriye ve Semih daha çok konuşuldu örnek olarak ama, belki Soma davası üzerinden tartışmak gerekiyor. Şöyle düşünün, Soma’da işçi katliamı yaşandığının hemen ertesi günü Çağdaş Hukukçular Derneği olarak bizler oradaydık, hemen o sabah. İşçi katliamının yaşandığı sabah Soma’daydık. O gün bizler gözaltına alındık. Bir yerde fiilen yaklaşık yarım saat – bir saat kadar kapalı tutulduk, sonrasında bırakıldık. Birkaç gün sonra ÇHD Genel Başkanı ve diğer avukat arkadaşlarımız gözaltına alındılar, Genel Başkanımız Selçuk Kozağaçlı’nın kolu kırıldı. ÇHD, diğer avukatlarla birlikte bir gün dahi Soma ve köylerini yalnız bırakmadan dolaşarak hukuki destek verdi, bilgilendirme yaptı ve dava sürecini aktif bir şekilde takip etti. Şimdi Soma Davası, 1000 klasörden oluşan devasa bir dava. Bu davayı yürüten bir avukat grubu var, siz bunların hemen hemen hepsini tutuklayarak aslında davanın savunma ekibinin hafızasını öldürmeye çalışıyorsunuz. Buna tabii ki sizin saydığınız diğer toplumsal davaları ekleyebiliriz. Dilek Doğan davası, Hasan Ferit Gedik davası, Nuriye ve Semih davası, Suruç katliamı davası, 10 Ekim katliamı davası. Bu bilgilere şu hususu da eklemek gerek; ÇHD ve ÖHP’den 22 avukat arkadaşımız tutuklu, en az 110 avukat hakkında da bir kısım dosyalarda müdafilik yapma kısıtlaması getirilmiş durumda. Yani en başta tutuklu avukatların dosyaları olmak üzere birçok soruşturma dosyasında ben de dâhil en az 110 avukat arkadaşımıza müdafilik yapma kısıtlaması getirilmiş durumda. Hem toplumsal muhalefetin hareket noktaları, hem de onun bir ayağı olan davalar yalnızlaştırılmaya, savunmasız bırakılmaya ve o muhalefetin bir ayağı olarak hukukçu müdahalesinden soyutlanmaya çalışılıyor diyebiliriz. Şöyle düşünün, avukat arkadaşlarımız tutuklandığında Hasan Ferit Gedik davası devam ediyordu. Bu davada arkadaşlarımız Hasan Ferit Gedik ailesinin ve mahallede silahlı saldırıya uğrayan ailelerin avukatlığını yapıyordu. Avukat arkadaşlarımız tutuklandıktan çok kısa bir süre sonra ilk duruşmada sanıklardan biri, ki o güne kadar Hasan Ferit Gedik’i ben vurdum diyen sanık, gerçekleri açıklayacağını beyan etti. Çıktı mahkemede mahallede neler yaptıklarını, uyuşturucu satma işini nasıl organize ettiklerini, emniyetin bu konuda kendilerine nasıl yardımcı olduğunu, çete üyelerinin Suriye’de nasıl eğitim gördüklerini, birtakım masrafları nasıl devletin karşıladığını tüm bilgileri mahkemede açıkladı. Ve düşünün ki böyle bir yargılamada dosyanın avukatları tutuklu ve ancak yeni yeni aileler yalnız kalmasın diye görev almaya çalışan avukatlar dosyaların evveliyatını yaşamadan, ancak evrak üzerinden okuyarak devam ettirmeye çalışıyorlardı. Tabii ki zor oldu. Bu şekilde biliyorsunuz Hasan Ferit Gedik davası karara bağlanabildi ve çete üyeleri ceza aldılar. Bu sorun takip edilen her dosyada yaşanıyor. Dediğim gibi, bir dosyanın savunma ekibi aynı zamanda o dosyanın canlı hafızasını oluşturuyor. Siz onları dosyadan yasakladığınız zaman veya tutukladığınız zaman o canlı hafızayı yok etmeseniz de çok ciddi bir şekilde darbelemiş oluyorsunuz, yapılan şey de tam buydu.
B.İ.: Tutuklu meslektaşlarımızın bürolarına ve evlerine yapılan baskınlarda kapıların kırılmasına dahi varan bir şiddet söz konusuydu. Sistematik hale getirilmiş bu fiziksel ve psikolojik şiddetin yargılama sürecinde ve cezaevinde gerek tek kişilik hücre, gerek tek tip kıyafet, darp gibi durumlarla devam ettiğini görüyoruz. Bununla ilgili neler söylersiniz?
G.Y.: Şöyle bilgi verelim, ÇHD ve ÖHP üyesi 22 meslektaşımız tutuklu. Genel başkanımız Selçuk Kozağaçlı ve İstanbul Şubesi üyemiz Yaprak Türkmen tutuklandıkları günden bu yana tecritte, tek kişilik hücrelerde tutuluyorlar. Hatta bulundukları koridorlar bile neredeyse boş, yani yanlarındaki hücreler de boş. Böylesine ağır bir tecritle karşı karşıyalar. Diğer meslektaşlarımızdan Engin Gökoğlu tutuklu bulunduğu Tekirdağ T tipi hapishanesinde saldırıya uğradı ve kolu kırıldı. Yine Tekirdağ T tipi 2 no’lu hapishanesinde Süleyman Gökten arkadaşımız daha geçtiğimiz hafta hücresinde saldırıya uğradı ve darp edildi.
15 gün önce Bolu’da kalan kadın avukat arkadaşlarımız Aycan ve Ayşegül, ayakta sayım vermedikleri için darp edildiler. Bu tür dayatmalar var. Gerek tecrit, gerek işkence süreklilik kazanmış durumda. Dışarıda ofisleri basılırken kapılarının kırılması, emniyette tutuldukları süre boyunca maruz kaldıkları ağır işkence, ki bunlar raporlara yansımış durumda, hapishanede de devam ediyor.
B.İ.: Peki gerek meslektaşlarımızın yargılandıkları davalar gerekse onlara yapılan bu müdahalelerle ilgili sizin işlettiğiniz hukuki süreç nasıl ilerliyor?
G.Y.: Gözaltına alınan ve tutuklu bulunan avukat arkadaşlarımızın da dâhil olduğu soruşturma dosyalarıyla ile ilgili işlemler hala devam ediyor. Yani aynı soruşturma dosyasında hala gözaltılar yapılıyor, yeni gözaltına alınanlar ve tutuklananlar oluyor, bu süreç devam ediyor. Dolayısıyla iddianame ne zaman hazırlanır şu aşamada hiç bilmiyoruz. Çünkü dosyanın durumu soruşturma aşaması itibariyle aktif. Yer yer takip ediyoruz. Ancak adliyelerde yaşadığımız sorunları siz de biliyorsunuz; savcılar bizimle görüşmüyorlar, yazılı başvurularımızla ilgili dahi bilgi vermiyorlar, hatta sanıkların kendileriyle sanık konumundaki avukat arkadaşlarımızla bile görüşmüyorlar. Böyle garip bir hukuksuzluk düzeniyle karşı karşıyayız. Tutuklu avukatların şüpheli oldukları dosyanın durumu bu. Avukat arkadaşlarımızın saldırıya uğradığı, işkence gördüğü dosyalarla ilgili de her biri ile ilgili tek tek işkence iddiasıyla şikâyetçi oluyoruz. Ancak ciddi bir işlem yapıldığını düşünmüyorum, bugüne kadar olumlu bir dönüş olmadı, olacağını da zannetmiyorum. Çünkü daha öncesinde hepimizin çeşitli vesilelerle maruz kaldığı saldırılarda, örneğin adliyede darp edildiğimiz olaylarda yaptığımız tüm başvurular takipsizlikle sonuçlandı. Polisler hakkında şikâyetçi olduğumuz dosyalar polislerin lehine olacak şekilde takipsizlikle sonuçlandı.
B.İ.: Adliyede uğradığı polis saldırısı sonucu beli kırılan bir meslektaşımız ve saldırıya uğrayan diğer avukatlarla ilgili olarak polisin darp iddiasıyla meslektaşlarımızdan şikayetçi olduğunu hatırlıyorum.
G.Y.: Avukat arkadaşımız Zeycan Balcı’nın belinin kırıldığı dosyada polislerle ilgili takipsizlik kararı verildi. Bizler burada basın açıklaması yaptığımız için hâlâ yargılanıyoruz, durum bu şu anda.
B.İ.: Peki tutuklu meslektaşlarımızla görüşmede ya da götürdüklerinizin alınmasında herhangi bir sorun yaşıyor musunuz?
G.Y.: Avukat arkadaşlarımızın önemli bir kısmı ile ilgili, kitap ve mektup yasağı var. Buna bazen çeşitli eylemleri bahane ederek ek yasaklar koyuyorlar. Selçuk Kozağaçlı ile ilgili slogan attığı iddiasıyla bir disiplin cezası verildi ve buna ilişkin kitap ve mektup yasağı geldi. Engin Gökoğlu’na neredeyse hiç kitap verilemiyor, diğerleri ile ilgili de yer yer kitap ve mektup yasakları uygulanıyor. Biz gittiğimizde görüş açısından sorun yaşamıyoruz; ama bazı yayınları götürmek açısından sorunlar yaşıyoruz. Belki şöyle çarpıcı bir örnek verilebilir; şimdi tutuklu avukat arkadaşlarımızın önemli bir kısmı başka bir dosyadan yine aynı iddiayla örgüt üyeliği iddiası ile tutuklanmışlardı ve yaklaşık 1 yıl 4 ay tutuklu kalmışlardı. O dosyada yaptıkları savunma, mahkemeye sundukları savunma kitaplaştı, sadece mahkemeye sunulan savunmalardan oluşan bir kitap. Bu kitap Burhaniye hapishanesine götürüldü ve bu kitaptan dolayı hem götüren avukat arkadaşımıza hem de içerideki tutuklu olan avukat arkadaşlarımıza soruşturma açıldı. Çünkü kitapla ilgili toplatma kararı olduğu söyleniyor ama toplatma kararı verilen kitap bir savunma metni.
B.İ.: Peki bu yargılama süreçlerine barolar ya da Türkiye Barolar Birliği müdahil oluyor mu?
G.Y.: Herhalde Türkiye Barolar Birliği gölge etmesin başka bir şey istemiyoruz diyecek durumdayız. Çünkü Barolar Birliği Başkanı bir hukukçu değil. Esasen kötü bir siyasetçi. Siyasetçi rolü yapmaya çalışıyor, onu da beceremiyor. Bir hukukçu örgütlülüğünün başkanı Metin Feyzioğlu; ancak avukatlara köstek olmak dışında, savunma mesleği için sorunlar yaratmak dışında hiçbir işlevi yok. Barolar açısından ise beklediğimiz desteği gördüğümüzü söyleyemeyiz. Esasen Türkiye’de çeşitli iddialarla 572 avukatın tutuklu olduğunu biliyoruz. Bunların çok önemli bir kısmı cemaat üyeliği iddiasıyla tutuklu, Ancak bu iddialar nelerden oluşuyor, bu avukatlar hangi suçu işlediler, cemaatle ilişkilerini ne düzeyde, bu konuda da baroların ne bilgisi var, ne istatistiki verisi var, ne de bir takibi söz konusu. Sadece destek sunmak açısından değil, disiplin işlemi açısından da bir takip yapmak için baroların bu dosyaları takip etmesi gerekir.
B.İ.: Buradaki mesele söz konusu siyasi düşünceyi savunmak veya desteklemek değil, yargılamanın adil olup olmadığının denetimi.
G.Y.: Eğer sizin yüzlerce üyeniz yargılanıyorsa, haklarında soruşturma açılmış, tutuklanmışlarsa hukuki süreci takip etmek, orada bir özne olmak zorundasınız. Kendi üyelerimiz açısından, demokrat, devrimci avukatlar açısından söylersek barolardan gerekli desteği gördüğümüzü söyleyemeyiz. En azından İstanbul Barosu’ndan ciddi bir destek göremiyoruz. Şöyle düşünün İstanbul Barosu üyesi avukatlar ağır işkenceye maruz kalıyor, kolları ve vücutları mosmor olmuş durumda ve barodan yazılı basın açıklaması dahi göremiyoruz.
B.i.: Aslında bu işkence ve tutuklamalar başta da belirttiğimiz gibi meslek örgütlerine müdahaleden bağımsız değil. Aynı zamanda son günlerde avukatlara karşı artarak gerçekleşen bireysel bıçaklı, silahlı saldırılar da söz konusu. Ancak 24 Şubat’taki toplantıda tüm bu sorunlardan bağımsız yüzeysel, şekilci, meselenin özünden uzak bir hava hâkimdi. Sizin bu konudaki değerlendirmelerin neler?
G.Y.: Aslında sohbetimizin başında bir parça ifade etmeye çalıştım. İktidar kanadından yapılmaya çalışılan toplumsal muhalefeti tümüyle bitirmek. Bunun önemli bir bileşeni olarak da hukukçu muhalefetini bitirmek.
Zaten yargı tümüyle ele geçirilmiş durumda. Türkiye’de bir yargı yok. Yargı adıyla organize olmuş bir infaz çetesi söz konusu. Savcılılar, sulh ceza hâkimlikleri bir infaz çetesi/birimi olarak görev yapıyorlar. Bağımsızlığını ve muhalif etkinliğini yürüten sadece avukatlar kaldı. Bunu bitirmek için iktidar yer yer çeşitli adımlar atıyor. Kasım 2016’da hukukçu dernekleri kapatıldı. Barolardan ciddi bir tepki görmedik. Eylül 2017’den itibaren avukatlar tutuklanmaya başlandılar, barolardan yine ciddi bir tepki görmedik. O süreçte baro başkanımızla yaptığımız görüşmede şunu söyledik; tek tek tutuklanan avukatlar veya kapatılan hukukçu dernekleri esasen baroların etrafındaki güçlü birer halkadır. Siz bu halkaların böylesine kolay bir şekilde kırılmasına sessiz kalırsanız, görmezden gelirseniz, yarın bu saldırı baroların kapısına dayandığında güçlü bir direnç imkânı bulamayacaksınız. Cumhurbaşkanı’nın Türk ve Türkiye adıyla başlattığı tartışma, aslında hukukçu muhalefetinin sindirilmesi girişimlerinden biriydi. Ancak iktidar onu öyle şekilde ifade etti ki, sanki mesele sadece bundan ibaretmiş gibi. Kendi belirlediği sahada top oynanmasını istedi. Metin Feyzioğlu zaten buna çok hevesliydi. Barolar, hukuk örgütlülüğü, avukat mücadelesi, savunmanın hakları gibi bir derdi olmadığı için o da tartışmayı Türk ve Türkiye eksenli bir mecrada tartışmayı tercih etti. Ancak şunun altını çizmek gerekiyor; iktidarın amacı Türkiye kavramıyla, Türk ifadesiyle ilgili değil, iktidarın derdi bu tartışmayla perdeleyerek esasen TBB’yi silikleştirmek, etkisizleştirmek, daha da hareket edemez bir pozisyona getirmek, baroları da aynı şekilde sindirmek ve itiraz edemez bir pozisyona getirmekti. Barolara yönelik bu saldırıyla ilgili bir mihenk taşı seçmek gerekirse; OHAL’i, 20 Temmuz 2016 darbesini başlangıç seçebiliriz. Hukukun tümüyle rafa kaldırıldığı OHAL darbesinin devamında Kasım 2016’da hukuk derneklerinin kapatılması, Eylül 2017’den itibaren avukatların tutuklanmasının bir devamı olarak bugün o saldırı baroların kapısına dayanmış durumda. Geriye dönüp saldırıyı nereden aldıysak direncimizi ve muhalefetimizi oradan örebiliriz diye düşünüyorum.
B.İ.: Peki bu dediklerinize göre 24 Şubat’ın bu durumları, bilinçli olarak es geçtiğini söyleyebilir miyiz?
G.Y.: Evet, Recep Tayyip Erdoğan tartışmayı bir alana hapsetti, Metin Feyzioğlu da hem kötü bir hukukçu hem berbat bir siyasetçi olarak oraya hapsoldu ve tartışmayı o eksende yürüttü. Bu anlamda 24 Şubat’taki Ankara buluşması çok kötü bir mitingdi. Metin Feyzioğlu’nun kişisel şovuna dönüşmüş, buna dönüştürülmeye çalışılan bir mitingdi. Ancak şunun altını çizmek gerek, Ankara’da binlerce avukat toplandı. O toplamın oluşmasını, avukatların oraya gitmesini sağlayan, emektarlığını yapan, Türkiye’nin her yerinden, ilerici, devrimci, demokrat çağdaş hukukçuları, bu ülkenin en direngen en canlı avukatlarıydı; fakat bu canlılık ve bu emek, Metin Feyzioğlu’nun kötü siyasetçiliğine kurban gitti. Burada hukukçu hareketinin sosyalist sol damarını temsil eden avukatlar olarak bizim de çok büyük eksikliğimiz var. Bu tartışmalar esasen iki gerici grup arasında yürüyor. Hukuk açısından söylersek bir tarafta iktidarın yürüttüğü saldırı ve tartışma varken, karşısında Metin Feyzioğlu ve ekibinin başı çektiği ırkçı eksenli bir tartışma grubu vardı. Burada bizim hatamız; hukukçu muhalefetinin kendi kürsüsünü oluşturacak, hem derneklerimize, hem savunmaya, hem barolara yönelik saldırıyı doğru bir yerden kavrayıp, doğru bir kürsüde ifade edecek, bir örgütlülüğü bir organizasyonu gerçekleştiremememiz.
B.İ.: Bu toplantıya ilişkin ilerici, solcu olarak nitelendirebileceğimiz avukatlar arasında da görüş ayrılıkları oldu.
G.Y.: Biz ÇHD olarak bunun Metin Feyzioğlu’nun şahsi mitingine dönüşeceğini öngörerek gitmeyeceğimiz açıkladık; fakat gitmemek bir mesele değil, eksikliğimizi tamamlayabilirdik. Böyle zamanlarda daha cesur olmak gerekiyor. Bence en büyük eksikliğimiz buydu. O toplantının kendisi de dâhil Türkiye’de hukuk mücadelesini, savunmanın maruz kaldığı saldırılarla ilgili mücadeleyi yürüten bizleriz. Ülkenin sol, sosyalist, devrimci, avukat ve hukukçu camiası bu mücadelenin en canlı kesimini oluşturuyor; fakat biz toplantıya katılmayacağımızı açıklamakla yetindik. Biz şunu yapabilirdik, sadece ÇHD için söylemiyorum. Bu ülkenin gerçek manada hukuk mücadelesini omuzlayan hukuk örgütlülükleri olarak, daha cesur davranıp, barolara ve savunmaya dönük saldırıya karşı ne yapılması gerektiği, nasıl durulması gerektiğine ilişkin kendi sözümüzü ifade eden bir mecra yaratabilirdik, bir kürsü kurabilirdik. Gerçek bir çıkış yakalayabilirdik, biz onu yapamadık.
B.İ.: Şunu da sormak gerek, tutuklu avukatlarla ilgili olarak, baroların, barolar birliğinin müdahalesizliğinden bahsettik; ama ilerici avukatların, bu bağlamdaki hukuk örgütlerinin içine giren diğer avukatların bu sürece ne kadar müdahil olduğunu, dayanışmanın ne düzeyde kaldığını da konuşmak gerek. Cumhuriyet Gazetesi ile ilgili yargılamada avukatlık görevi ile ilgili olmasa da hukuksuz bir biçimde tutuklu yargılanmış avukat meslektaşlarımız için bir adalet nöbeti başladı. Elbette çok değerli bir çalışma. Ancak 22 tutuklu meslektaşımızla ilgili mücadelede bunu ön planda ele alıp almadığını, bunun ne düzeyde olduğunu nasıl değerlendirmek gerek?
G.Y.: İktidar en başta bizlerin, hem hukukçu örgütlenmeleri hem toplumsal örgütlenmeler hem de sınıf örgütlenmeleri açısından muhalefetin her odağına karşı geliştirdiği bu saldırılarda önemli bir şey yapar. Bizim kurumsallığımızı dağıtır. Kurumsallığı dağıtılmış, birlikteliği, çalışma bütünlüğü, geçmişe dönük hafızası dağıtılmış örgütlenmeler nihayetinde çalışamaz duruma ya da layıkıyla çalışamaz duruma gelirler. Etkinliğini yavaş yavaş yitirmeye başlarlar. 24 Şubat meselesiyle de ilgili bunu ifade etmeye çalıştım. Bizim İstanbul’da çeşitli gruplar halinde güçlü bir hukukçu muhalefetimiz var. En azından böyle bir potansiyele sahibiz. Çeşitli adlarla, çeşitli amaçlarla faaliyet yürüten hukukçu örgütlenmelerimiz var. Ama son derece dağınık, merkezi planlar üretmekten, merkezi programlar üretip, gerek toplumsal davaları, gerek işçi sınıfıyla ilgili meseleleri, gerek savunmaya yönelik saldırılarla ilgili konuları, bir bütünlük içerisinde bir kurumsallık içerisinde, güçlü bir hamleye dönüştürecek ortak kurumsal bir yapımız yok. Tüm bu fiziksel ve ideolojik saldırılar sol muhalefetin ortak kurumsallığını dağıtmak için yapılır. Yaşadığımız şey biraz bu, dağınık bir örgütlülüğe sahibiz. Tutuklu avukat arkadaşlarımıza sol ilerici hukuk örgütlenmelerinin, meslektaşlarımızın tamamı sahip çıkıyor. Küçük veya büyük. Kimisi hapishaneye gittiğinde ziyaret ediyor, kimisi tüm mesaisini bu işe harcıyor; ama nihayetinde bir yerinden bu işi sahiplenmeye çalışıyor. Bunlar küçük küçük; ama çok anlamlı, çok değerli müdahaleler. Ancak şunu yapmamız gerekiyor; sizin dediğiniz gibi bu kadar ilerici avukat tutukluyken, işkenceye maruz kalıyorken, tecritte tutuluyorken acaba yeteri kadar ses çıkarıyor muyuz? Onları o tecrit hücrelerinden çekip almak için, seslerini dışarı duyurmak için yeteri kadar müdahale ediyor muyuz? Kesinlikle hayır. Bunu ÇHD olarak biz de yapamıyoruz.
Ama ÇHD dışındaki hukuk örgütlülüklerindeki dostlarımız da bunları yapamıyor. Böyle bir eksikliğimiz var. Niyetimizle alakalı değil. Maruz kaldığımız darbeleri göğüsleyememekle, güçlü bir kurumsallık yaratamamakla ilgili sorunlarımız var diye düşünüyorum.
B.İ.: Peki tüm bunlarla ilgili olarak nasıl bir çözüm geliştirebiliriz? Aslında yukarıda biraz giriş yapmış olduk.
G.Y.: Aslında kavramla ifade edersek ben çok birlikçi birisi değilim; ama beraberlikçiyim. Hem toplumsal muhalefet hem sınıf muhalefeti, hem de hukukçu muhalefeti açısından farklı farklı odakların varlığını ve mücadelesini kendi perspektifi çerçevesinde yürüttüğü mücadeleyi çok anlamlı, değerli buluyorum. Burada ÇHD’yi, Özgürlükçü Hukukçular Platformu’nu bir odak olarak kabul etmeliyiz, Adalet nöbeti ekibini bir odak olarak kabul etmeliyiz. Hangi isimle, hangi tarzda bir araya gelmiş olursa olsun sol içinde her bir hukukçu örgütlenmesini, bir parça, bir muhalefet odağı olarak kabul etmeliyiz. Eksiklik şu; küçük gruplarımız anlamlı ve değerli. Ancak bunların mücadelesini ortaklaştıracak daha üst kurumsal yapılara da ihtiyaç var. Hukukçu siyaseti de az önce ifade ettiğimiz gibi esasen burjuvazinin iki kliği arasında ilerliyor. Bir tarafta dinci faşist bir klik, diğer tarafta ulusalcı faşist bir klik. Birbirine karşıymış gibi duran; ama esasen kapitalist saldırganlık, savaş, işçi sınıfına dönük saldırılar, doğanın yağmalanması konularında birbirlerinden özü itibariyle hiçbir farkı olmayan iki klik arasında bir siyaset tartışması varken; biz halkçı, ilerici hukukçu muhalefeti olarak, kendi kürsüsünü oluşturan, kendi sözünü söyleyen bir perspektife de sahip değiliz, bir inanca da sahip değiliz. Bunun için güçlü ve cesur adımlar da atmıyoruz. Böyle önemli bir eksikliğimiz var. Belki bu eksikliği tamamladığımızda yol almış olacağız.
B.İ.: Son olarak neler eklemek, söylemek istersiniz?
G.Y.: Şunu belirtmekte fayda var. Tutuklu avukatlar neden tutuklu? Yayınlarımızı takip eden herkes için bilgi olması açısından söylemek lazım. Avukat arkadaşlarımıza yönelik iddia örgüt üyesi oldukları yönünde. Avukat arkadaşlarımız hâlihazırda bu iddiayla ilgili zaten yargılanıyorlar ve tutuksuz yargılanıyorlar. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Genel Merkez yöneticisi Barkın Timtik, İstanbul şube yöneticisi Ebru Timtik gibi arkadaşlarımız zaten 2013 yılında gözaltına alındılar, 14 ay tutuklu kaldılar ve yargılamanın bir aşamasında tahliye edildiler. Suçlama örgüt üyeliğiydi. 2017’ye geldiğimizde aynı avukat arkadaşlarımız yanlarına diğer avukat arkadaşlarımız da eklenerek yine örgüt üyeliğiyle gözaltına alındılar, yine tutuklandılar. Delil ve iddianın aynı olduğu iki yargılama devam ediyor. 2013 yılında başlayan yargılamanın en temel delili Hollanda- Belçika belgeleri. Bu belgelerde avukatların da isimlerinin geçtiği iddia ediliyor. Bu yargılama İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. Bizler defalarca bu belgelerin dosyaya getirilmesini talep ettik. Yıllardır bu belgeler dosyaya getirilmedi. Çünkü böyle bir belge yok. 2017 yılında tutuklandıkları dosyaların da en önemli dayanağı yine Hollanda-Belçika belgeleri ve tanık ifadesi. Tanık şunu söylüyor, şu avukatla yıkımlara karşı halkı bilgilendirme faaliyeti yaptık, şu avukatın hapishanelerle örgüt arasında kuryelik yaptığını düşünüyorum diyor, biliyorum demiyor, kanaatini söylüyor, Tek delille; bir tanığın kanaatinden, tahmininden, ibaret delille 20 avukat tutuklu. ÖHP’li iki arkadaşımız da ayrı dosyalardan, ancak aynı ciddiyetsizlikteki yargılamalarla tutuklu. Savcılığın elinde bu konuda güçlü bir delil olsaydı en başından itibaren kamuoyuna da açıklanırdı. Çünkü onların dosyanın gizliliği dediği şey avukatlara karşı gizlilik yoksa elindeki en ufak delili açıklamaktan, yandaş basına veriler sunmaktan, bir takım argümanları aktarmaktan hiç geri durmuyorlar. Kamuoyuna yönelik tek bir açıklama yapamıyorlar. Çünkü ellerinde inandırıcı hiçbir delil yok. Peki neden tutuklular? En başta söylediğimiz meselelerden…
İktidar OHAL ile birlikte bir bütün olarak muhalefet eden herkesi susturmayı ve sindirmeyi amaçlıyor. Bunun içinde avukat örgütlülüğünü, hukukçu örgütlülüğünü toplumsal muhalefetin önemli bir parçası olarak görüyor. Bunu ezmenin bir yolu olarak da avukatları tutuklamayı, hukukçu örgütlülüklerini dağıtmayı, kapatmayı, mümkünse baroları da kapatmayı veya ele geçirmeyi amaçlıyor. Meseleyi ve saldırıyı buradan algılamalıyız. Muhalefetimizi de buradan örmeliyiz diye düşünüyorum.
B.İ.: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.