Yargının Siyasallaşmasının Avukatlık Pratiğindeki İzdüşümü

Ülkemizde yargı kurumları hiçbir zaman silahların eşitliği ilkesine geniş önemler atfeden bir yapıda olmamıştır. Ceza yargılamaları, her zaman hiyerarşik olarak yürütmenin altında yer alan kolluk tarafından dayanaklandırılmış, avukatlara delil toplama hakkı tanınmamış, hukuk davaları ile diğer idari işlemler ise derin bürokratik engeller ve yüksek giderlerle birlikte hak arama hürriyetini modern hukuk tarihimizin başından beri sınırlandırmıştır. Ancak tüm bu sınırlamalara rağmen avukatlık, bağımsız bir meslek olmayı bir nebze sürdürebilmiş, son on beş yıla kadar da saygınlığını bir nebze koruyabilmiştir.

Ne var ki ülkemizde sermaye, bürokrasi ve siyaset üçgeninin son iki anayasa değişikliğiyle birlikte yargıyı da tümden eline alarak yeknesak bir kuvvet oluşturup otoriterleşmesiyle paralel olarak, üniversiteler enflasyona uğratılmış diğer tüm uzmanlık meslekleri gibi hukuk meslekleri de kamuda kolaylıkla kadrolaşılan, özel sektörde ise işçileşen bir hale getirilmiştir. Tüm bunların doğal bir sonucu olarak Türkiye’de avukatlık, mevzuattaki güçlüklerin yanında sahada da büyük engellerle karşılaşır hale gelmiş, avukatlar emeğine yabancılaşmıştır. Bu yazı avukatlığın pratik sorunlarının geçtiğimiz yıllarda ne raddeye geldiğini yazarların kendi meslek görgüleri ve bilgileri ölçüsünde kimi örneklerle anlatmayı amaçlamaktadır.

Devlet Güvenlik Mahkemelerinin olduğu dönemde, bu mahkemelerin doğal hâkim ilkesine aykırı olduğu, hakkaniyetsiz ve yanlı kararlar verdiği konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dönemin aydınları ve hukukçuları hemfikirdi. Ancak 2004 yılında Özel Yetkili Mahkemeler ile dönemin kendi otoritesi yine katalog bazı suçlarda bazı özel yetkiler öngörmüş ve bu durum 2014’e kadar sürmüştür. Sonrasında ise sulh ceza mahkemeleri, sulh ceza hakimliğine dönüşmüştür. Günümüzde ise, tüm mahkemelerin özel yetkili hale geldiğini söylemek yanlış olmaz. Yargının bir diğer ayağı olan savcılıklar 2010’lu yılarda uygulama yoluyla başsavcılıkların güdümü altındaydı. Kanuni altyapısı olmaksızın “görüldü” ya da “iade” gibi yöntemler kullanarak savcılıkların soruşturma işlemlerine müdahale ediliyordu. 2021 yılına gelindiğinde 5235 sayılı Kanun’un 18.maddesine ekleme yapılarak başsavcılıklar cumhuriyet savcıları üzerinde yasal olarak da hâkim haline gelmiştir.

Tüm bunlar olurken durum genel avukatlık pratiğine de yansımıştır. Adliyeler kurumsallaşmış, 2011’de İstanbul Adliyesi, Avrupa yakasını büyük oranda birleştirirken; 2013’te İstanbul Anadolu Adliyesi, Anadolu Yakasının birleşik adliyesi haline gelmiştir. 2013’ten itibaren ise ön büroların kurulmasıyla artık soruşturma dosyalarının vekâletnamesiz sorgulanıp sorgulanamayacağı incelenip incelenemeyeceği tartışılırken, 2020 yılına gelindiğinde -her ne kadar yürütme makamının görüş belirtmesi çok doğru olmasa da- Adalet Bakanlığı’nın yazısı ile bu sorun en azından kısmen çözüme kavuşmuştur (https://cigm.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/1112021141024Avukat%C4%B1n%20Dosya%20%C4%B0ncelemesi.pdf).

Yine İstanbul Barosu’nun CMK servisi o dönemler nöbetçi savcıların telefon numaralarına ulaşabiliyorken artık bu numaralar paylaşılmamaktadır. İstanbul Adliyesi’nin Bodrum 9. katında bulunan nezarethanesine 2013 yılında avukatlar girebiliyor, adliye içerisinde olan şüpheliler hakkında bilgi alabiliyorlardı. 2019 yılına gelindiğinde ise bu bilgi emniyet müdürlüğünden bile zor alınır hale gelmiştir. Halbuki Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nde bir değişiklik de bulunmamaktaydı. Önceleri gözaltında adli muayene aşamasından adliyedeki nezarethaneye kadar her aşamada müvekkilini takip eden, polis aracının içerisinde dahi müvekkili şüpheliyle görüşebilen avukat profili artık emniyet müdürlüklerinden bilgi dilenir duruma getirilmiştir. Öyle ki bugün, İl Emniyet Müdürlüğü personelleri şüpheli müdafilerini kendi özel telefonlarından ifadeye bile çağıramamaktadır.

Bir başka durum ise tutukluluk incelemelerinde meydana gelmiştir. 2013 yılında getirilen düzenleme ile tutukluluk incelemelerinde kanundaki metniyle “şüpheli ya da müdafi bulundurulması” öngörülmüştü. Ancak bu konuda her hâkim ve mahkeme farklı yorumlar getirmiştir. Mahkemeler ve hakimliklerin bugün bile bir kısmı yalnızca avukatı bir kısmı yalnızca şüpheliyi dinlemektedir, bir kısmı ise hazır bulunsa dahi avukatı dinlememektedir. Düzenlemenin ilk yıllarında kimi hâkimlikler dosyada özel müdafi bulunsa dahi CMK sistemi üzerinden zorunlu müdafi atamaları yapmıştır. Örneğin Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tutuklu olduğu dosyada özel müdafi bulunmasına rağmen baroca avukat atanmış, bu durum dönemin İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu tarafından da sosyal medyada paylaşılmıştır. (https://x.com/DURAKOGLU2016/status/1257728689317376001)  O döneme kadar rutin bir uygulama olan bu hususun İstanbul Barosu Yönetimi tarafından bile o an fark edilmesi savunma makamının arkasında meslek örgütünün bile durmadığını göstermiştir.

 

***

Yazının devamını Hukuk Defterleri’nin 42. sayısında okuyabilirsiniz.

print